Yeni Çalışma Eğitim Notu

MentalPress 30

Yeni Çalışma Alışkanlıkları

Değişen Dünyada Yeni Çalışma Alışkanlıkları

Kariyerler gelir ve gider. İşler değişir. Bu yeni bir şey değil. Ama yeni olan, bu de­ğişimin her zamankinden çok daha hızlı olması.

Bir konuda anlaşalım-Yaklaşmakta olan şeyi biliyoruz.

Hızlanan değişim. Artan karmaşıklık. Her pozisyondaki iş için dünya çapında rekabet. Bundan sonra her şeyin akışkan, net olmadığı ve hızlı bir dünyada yaşıyor olacağız.

Karşımızdaki temel meseleleri iyi biliyoruz.

Ayak uydurmak. Adapte olmak. Değişimi kendi avantajımıza nasıl kullanacağımıza karar vermek.

Geleceğin neler vaat ettiğini biliyoruz.

Sürprizler. Hızlanmış bir mevcudiyet. Ve hatırı sayılır ölçüde kaos.

Gelecek bize aynı zamanda yeni imkanlar vaat ediyor. Şaşırtıcı fırsatlar. Daha yüksek bir yaşam standardı, daha fazla iş özgürlüğü ve kendi potansiyelimizden daha fazla yararlanma şansı.

Ve gelecek sözünü tutacak.

Karşımızdaki temel hedef kişisel olarak sürekli değişim içinde olmak; böylelikle yarının vaat ettiği tüm faydalardan yararlanma şansını elde edebiliriz.

BÜYÜK bir şey ile karşı karşıyasınız. Yeni bir ekonomiye...yeni bir çağa... kurumların iş yapma biçimine tamamen farklı bir yaklaşıma geçişi ile karşı karşıyasınız.

Hızlı değişim sanatçısı haline gelin.

Çalışma, global hale geliyor. İşler sanal olmaya başlıyor. Ticaret, bundan sadece birkaç yıl önce düşünmesi imkansız olan şekillerde yapılıyor. Ekonomiler giderek daha fazla hizmete ve bilgi işine doğru kayıyor. Çok kısa bir zaman içinde tepe yönetim, işleri alıştıkları eski şekillerde yapamaz hale gelecek. Üstelik eski alışkanlıklarını fena halde iste­seler bile.

Yeni teknolojiler - özellikle bilgisayar ve telekomünikasyon- hali hazırda şiddetli ve global bir rekabet yaratmış durumda. Çok yakında, sizin işyerinde­ki pozisyonunuz ile dünyanın hemen her yerindeki insanlar rekabete girmeye başlayacak.

Kariyerler de artık alışılagelmiş şekilde gelişmemeye başladı. Elbette bu hiç kimsenin suçu değil. Ama ne var ki çalışanlar ve kurumlar bu değişime adapte olmak amacıyla değişmezlerse o zaman bu hepsinin suçu haline gele­cek.

Etrafımızda bu olan biten hakkında serzenişte bulunmanın veya şikayet etmenin hiçbirimize hiç bir yararı olmayacak. Tam tersine, böyle bir davranışın bize ancak zararı dokunabilir. Kaybetmekte olduğumuz tüm şeyler için kızmaya, üzülmeye, direnmeye kalkışırsak o zaman çok değerli olan enerjimizi boşa harcamış oluruz. Eğer kariyerlerin ne şekilde gelişeceği konusunda eski varsayımlarımız ve beklentilerimizi sürdürürsek o zaman bilin ki geleceğimizi tehlikeye sokarız.

Açıkçası, bizim düşüncelerimiz dünyanın umurunda bile değil. Duygularımız da. Dünya yalnızca etrafta olan biteni anlayıp bunu yakalaya­bilenleri ve değişimin getirdiği fırsatları görebilmeye ve yakalamaya enerji yatırımı yapabilenleri ödüllendirir.

Ve değişim daima beraberinde mükafatlar getirir.

Bugünlerde yaşadığımız değişimin hızını ve kapsamını düşünürsek, oyunu yeni kurallara göre oynayanlar, kendilerini doğru konumlandıranlar ve kendi gelecekleri için kişisel sorumluluk alanlar için paha biçilmez fırsatlar ve çok değerli mükafatlar olacağı açıktır.

Bu yeni duruma meydan okuyun. İçinde yaşadığımız radikal değişim sürecinde kendi işinizi yönetmek için bu 13 rehber unsuru uygulamaya gayret edin.

Hali hazırda ABD'de çalışan nüfu­sun üçte ikisi hizmet sektöründe ça­lışmaktadır. Artık 'bilgi' en önemli 'ürün' haline gelmektedir.

Bu da bizlere farklı bir organizasyon yapısı ve farklı bir çalışan kitlesi gerekliliğin göstermektedir.

Günümüzde kariyerinizi korumak ve geliştirmek, sürekli hareketliliği yönetmek anlamına geliyor.

İçinde yer aldığınız kurum, çok hızlı değişen dünyaya ayak uy­durabilmek için kendini sürekli yenilemek, esnetmek ve farklı şe­killere dönüştürmek zorundadır. Bu şiddetli rekabet dünyasında ayakta kalabilmesinin tek yolu budur. İzleyin, şunları mutlaka göre­ceksiniz: yeniden yapılanma, dışarıya yaptırma, küçülme, yeni or­taklıklara gitme.

Aynı zamanda daha esnek çalışma şekillerinin de gelişeceğine hazırlıklı olmalısınız. Kısa-vadeli iş anlaşmaları oldukça yaygınlaşa­cak. Belki sadece sözleşmeli çalışacaksınız ya da aynı anda farklı proje ekiplerinin bir parçası olarak zamanınızı geçireceksiniz. Belki de aynı anda birden fazla "işveren" in yanında çalışır hale geleceksi­niz. Muhtemelen sürekli olarak yeni ve farklı iş arkadaşlarınız, daha fazla yeni patron ve hatta yepyeni kariyer seçimleri ile karşı karşıya kalacaksınız.

Bunların bazılarını elbette pek sevmeyeceksiniz. Hatta belki de hiç kimse bunlardan hiç hoşlanmayacak. Ama ne fark eder. Temel soru şu:   siz bu gelişmelere ayak uydurabilecek misiniz?

Bilmeniz gereken bir şey var. Değişime direnç göstermek çık­maz sokakta yol almaya çalışmaya benzer. Yeni kariyer fırsatları, ye­ni kurumsal ihtiyaçlara ve gerçeklere hızlı ve anında uyum sağ­ladığınız oranda ortaya çıkar. Değişimi omuzladığınız durumlarda. Uyum sağlamak için yüksek kapasite gösterdiğiniz durumlarda. Kurumlar hızlı adapte olan kişilerle çalışmak ister, direnç gösteren­lerle ya da psikolojik olarak "fişi çekenlerle" değil.

Üzerinde hiç bir şey yapılmazsa, değişim sancılı olabilir. Ne zaman ki kariyerleri zedelemeye başlar, üzüntü, kızgınlık ve depres­yon gibi hisler doğal olarak ortaya çıkar. Bu hisler içinde insanların değişimi kabul edip verimli olmaları güçleşebilir.

Ancak hızlı değişim sanatçısı olmak suretiyle kendi ününüzü olum­lu yönde arttırabilirsiniz. Direnç göstermek tüm itibarınızı mahvede­bilir. Yas tutmak yerine hareket kabiliyeti göstermek sizi grubun çok önemli bir üyesi haline getirir.

O nedenle hızlı bir iyileşmeyi hedefleyin. Anında uyum sağlamayı. Değişime adapte olmak için kişisel sorumluluk alın, aynen yeni bir işverenin önerdiği yeni bir işi kabul ettiğiniz zaman­ki gibi..

"Muhtemelen durumu anladı­ğınızı düşünüyorsunuz, ama asıl anlamadığınız durumun daha şimdi yeniden değişmiş olduğu.

Sadece bu harcama trendi bile biz­lere yeni bir çağa girdiğimizi açık­ça ispat ediyor.

Sanayi Çağı yerini Enformasyon Çağına bırakıyor.

Kendinizi işinize tamamen adayın.

Çevreninizin sizden daha fazla şeyler bekleyeceğini beklemeye başlayabilirsiniz. Neden mi? Çünkü piyasa günümüzde kurumlar­dan çok daha fazla şeyler bekliyor.

Müşteriler artık her zamankinden daha fazla kalite bekliyor. En yüksek hizmet kalitesi de beraberinde. Aksi halde işi rakibinize ve­riyorlar. Sürat aynı ölçüde önemli, çünkü insanlar her şeye anında ulaşmaya alışmaya başladılar. O nedenle herhangi bir kurumun bu ortamda rekabetçi kalabilmesi için yüksek performanslı insanlarla çalışması gerekli.

Geçmişte problemlerin üstesinden gelmenin en yaygın yolu daha fazla insanı işe almaktan geçiyordu. Daha fazla para harca­maktan. Ama şirketler bu yaklaşımı artık ne yazık ki sürdüremezler. Sorunları çözmek için daha fazla insanı sorunların üstüne sevk etmek yerine bugün daha az insanla bunu gerçekleştirmek zorundalar. Daha fazlasını, daha iyisini ve daha hızlısını, daha az insanla yapmak zorundalar.

İşe yalnızca zamanını veren ve yalnızca yüreğinin yarısı ile çalışan elemanlara artık yer yok. Aynayı buğulandırabildikleri, ya da araziye uyabildikleri için işlerini muhafaza edebilen insanların da günü artık geçti.

Bugünün dünyasında kariyer başarısı, işe gönlünü verenlere ait. Yüreği ile çalışanlara...kendilerini işlerine adayanlara... ve değişim işlerini yeniden şekillendirdiğinde bu yeni duruma gönül verenlere.

Eğer kurumunuz değiştiğinde kendinizi süratle yeniden adayamıyorsanız, belki de o işi bırakmanız daha hayırlı olur. Oradan ayrılın. Değişime karşı direnerek enerjinizi boşuna harcamayın ve tam ortada durarak değerli zamanınızı öldürmeyin. Ya değişimi sahiplenin ya da kendi yolunuza gidin. Böylesi hem sizin hem de işvereniniz için çok daha iyi olacaktır.

Bu söylediğimiz, kurumunuza 'sadık olun' demekle aynı anlama gelmiyor. Böyle söylersek size zaten ikiyüzlülük gibi gelecek, çünkü dünyanın koşullan herhangi bir elemanın nereye kadar sadık olacağına dair çok ciddi sınırlar koyabiliyor. Ama size, işinize gönül verin ve gönülden bağlanın derken bunun sizin menfaatinize olduğunu belirtmek istiyoruz. Bu elbette kurumunuza da yarar sağlayacaktır, ama önce size.

İşe gönül vermek, kendini adamak, yaptığınız işi çok daha tat­minkar hale getirir. Aynı zamanda terapi gibidir. Stres azaltmanın en güzel yolu ve değişim sancılarını iyileştirmenin en iyi ilacıdır. İşinizi gönülden yapmak ayrıca sizi güçlü kılar, içinizdeki potan­siyeli fazlasıyla açığa çıkarır ve sizi çok daha değerli bir eleman haline getirir.

İşin özü:   İşe gönül vermek kendinize yapacağınız büyük bir iyiliktir.

Bu işlem yalnızca 5 saniyede tamamlanacaktır.

Hızlanın.

Son on- onbeş yıl içinde yok olan şirketleri bir inceleyin. Bulacağınız şey onları öldürenin "yavaşlık" olduğudur. Bu da, elbette, şirketlerle birlikte pek çok kariyerin de ölmesi anlamına gelmektedir.

Yaşamak için ve dahası herhangi bir rekabet üstünlüğü kazan­mak için her kurum daha az ağırlıkla seyahat etmeli ve daha fazla yere çok daha hızlı ulaşmalıdır. Bu da elbette karar verme mekaniz­masını merkezden dışa doğru yaymayı ve bu konuda daha fazla insanı yetkilendirmeyi gerektirir. İşte bu nedenle de organizasyo­nun farklı birimleri arasındaki sınırları ortadan kaldırmak son derece önemlidir. Gerçekten de kurumların bundan başka daha fazla seçenekleri yok gibi. Bu sayede işin daha rahat ve daha hızlı akması sağlanabilir. Fazla bagajı elimine etmeleri...bürokratik uygulamaları terk etmeleri...ve işleri yerine getirmek için kullanılan zamanı drama­tik olarak küçültmeleri gerekir.

İşte bu yüzden bu günlerde karşılaştığınız kurumsal değişimler bu sürati yakalamak için. Yoksa, canı sıkılan ya da acımasız üst düzey yöneticilerin rastgele uyguladıkları nedensiz şeyler değil. Gördükleriniz yalnızca kurumunuzun yaşama içgüdüleri. Tüm kurumlar artık hızlanmak zorundadır, yoksa ölürler.

Sabırsız bir dünyada yaşıyoruz, şiddetli rekabetin ve fırsatların anlık olarak gelip gittiği bir dünyada. Bu tür bir dünyada yalın olan, çevik olan ve çabuk reaksiyon gösterebilen firmaların öne çıkma şansı var.

Ama kurumlar, eğer çalışanları yavaş hareket ederlerse, bir türlü hızlanamazlar.

O nedenle çok güçlü bir aciliyet hissi ile hareket etmek zorun­dasınız. İşinizin her aşamasında ve her alanında hızlanın. Bu, biraz daha fazla karışıklık getirecek olsa bile. Eyleme önem verin, eyleme prim verin. Bir hamle yapmadan önce, önce mükemmel hale gelmesini sağlamak için sonsuz hazırlıklar içinde boğulmayın. Elbette yüksek kalite hayati bir önem taşır, ama ancak süratli olursa.

Zamanı geçmiş hiç bir işin mükemmel, olmasının önemi yoktur. Süratten feragat edemezsiniz. Hatalara süratle düşebilmeyi, bunları aynı süratle düzeltebilmeyi ve yarışa devam edebilmeyi öğrenin. Sadece marjinal ve adım-adım gelişen iyileştirmeleri değil, radikal hamleleri ve Quantum sıçramaları hedefleyin, bu tür fırsatları araştırın.

Değişime gösterilen direncin hiç bir zaman parçası olmayın. Kurumunuz hızlı bir dönüş yaptığında bunu aynen bir römork gibi izleyin. Köşeleri çabuk dönün. Her dönüşü siz de izleyin. Kurumlar, yavaş ilerleyen bir uyum sürecinden geçen elemanları artık bekleyemez. İnsanlar otobüse binelim mi yoksa binmeyelim mi diye düşünürken kurumlar vites küçültemez.

Şunu düşünün: İşe yeni alman kişiler kurumunuzu yeni yön­lere doğru sürüklemeye hazırlar ve gönüllüler. Fark edilmek için, kendilerini ispat etmek için sabırsızlar. Zaten siz de mevcut işiniz­den ayrılıp daha farklı bir yerde daha farklı bir göreve geldiğinizde aynen bunu yapacaksınız. Peki o halde neden bulunduğunuz kurumda bu yaklaşımı benimsemeyesiniz?  Hem de şimdi.

Değişim projelerinde karşı koyan, süreci geciktiren direnişçiler­den biri olmak yerine değişimi arzu edilen yolda ileri iten biri olarak ün yapmaya çalışın. Kendinizi daha değerli kılın. Yüksek süratli bir operasyon yaratmak için destek olun.

"Benini, mikrodalgalı bir şö­minem var. Şöminenin ateşi önünde tüm gece ol ura bilirsi­niz ve bu yalnızca sekiz daki­ka sürer."

1987yılından buyana ev ve işyerlerine 10,000,000 yeni faks cihazı katıldı. 1987 ila 1999 yılları arasında E-mail adreslerinin sayısı 26,000,000 adet arttı, şimdi çok daha hızlı artıyor.

Belirsizlikleri kabul edin.

Değişim sırasında işinizin tanımını yapmaya çalışmak, duvara jöle yapıştırmaya çalışmak gibi bir şeydir.

" Böyle durumlarda yepyeni beklentilerle karşı karşıyasınız, sürek­li değişen önceliklerle ve farklılaşan raporlama ilişkileri ile. Rolünüz çok muğlak bir şekilde tanımlanabilir ve görev alanlarınız durmaksı­zın değişebilir. Genelde etrafta yanıttan daha fazla soru vardır.

Planlı bir çalışma düzeni ihtiyacı içinde olan kişiler bu tür bir durumdan ciddi olarak nefret ederler. Hatta bu durum, bir süre son­ra, belirsizlik ve kesinsizlik karşısında tolerans sahibi olan insanları bile kemirmeye başlar. Er ya da geç insanlar katılımdan çekilme ve kapanma içgüdüsü gösterebilirler. Ucu açık konulardan, yanıtlan­mamış sorulardan ve bir dizi akışkan sorumluluktan bezgin hale ge­lebilirler.

Ünlü sinemacı Woody Allen'in bir keresinde söylediği gibi "çok fazla hareketli parçası olan" bir dünyada yaşıyoruz. O nedenle işte­ki roller çoğu zaman bir miktar odaktan uzaklaşabilir, netlik bozula­bilir. Kariyerler, bir zamanlar olduğu gibi artık açık ve net olmaya­caklar. Ve üstelik bu gerçekten de bizim seçimimiz olarak gelişmi­yor.   Dünya bizleri bu yöne zorluyor.

Hızla değişen bir dünya, değişmeyen kurumlara acımasızca davranıyor ve insanlar da bu gerçeği artık kabul etmeye başlıyor. Si­ze düşen kısma gelince, bilmeniz gereken şudur: belirsizliğin flu or­tamı, sizin kendi kariyerinizin gelişmesi için iyi bir fırsattır. Eğer ku­rumlar önümüzdeki yıllarda başarılı olarak hayatta kalmak istiyorlar­sa, o zaman durmaksızın değişim bu yönde çok hayati bir rol oyna­yacaktır.

Bu nedenle sizin de kendiniz için kendi rolünüzü açıkça tanım­lamayı öğrenmeniz gerekir. Kurumun en önemli önceliklerini anla­mak amacıyla kişisel sorumluluk alın ve kendinizi bu istikamete yönlendirin. Geride durup bir başkasının sizin görev ve sorumluluk­larınızla ilgili tüm detayları belirleyip sizin için hazırlamasını bek­lemeyin.   Size gerekli olan bilgiyi siz takip edin.   Süratle.   Kendi

pusulanızı kendinizin bulması yönünde inisiyatif alın ve tüm çabalarınızı kurumunuzun daha büyük planı ile aynı hizaya getirin. Ve ardından işinize, en iyi nasıl anladığınızı düşünüyorsanız, o şekilde saldırın.

Belli bir ölçüde tahmin yapmak bir zorunluluk haline geleceğinden, sizin belirsizliklere hoşgörü gösterme yeteneğiniz, başarınız için "çok önemli bir beceri" haline gelecektir. O yüzden daha esnek olmayı öğrenin. Duygularınızın, değişen zamana uyum göstermesi gerektiği fikrine hazırlıklı olun. 'Doğaçla­ma' becerinizi geliştirin ve hatta bunu bir sanata dönüştürün. Böylece uyum sağlama yetiniz çok daha yüksek olur. Artık, çalışma hayatınızın kenarlarının düz değil saçaklı olacağı gerçeğini kabul edin.

Esasen kariyerinizi yönetmek, ünlü bir yazarın kitap yazarken hissettiklerine giderek daha fazla benzeyecek: "Gece sisli havada araba kullanmak gibi bir şey. Sadece farlarınızın gösterdiği yere kadar görebiliyorsunuz, ama yine de, bu ışıkla tüm yolculuğunuzu tamamlıyorsunuz."

"Sefaletin kesinliği, kesinsizliğin sefaletinden dahil iyidir."

Her geçen yıl daha fazla insan  kendi işinde çalışıyor olacak.

Pek çoğu geçici olarak ya da part-time olarak çalışacak - hazan kendileri böyle istediği için hazan da mecburiyetten.

Kendi İşinizde Çalışıyormuş Gibi Hareket Edin.

İşvereniniz sizden bedeniniz, kollarınız, sırtınız ve beyninizden çok daha fazlasını istiyor. İşvereniniz sizin artık şirketin sahibi gibi davranmanızı istiyor.

Neden mi?  Bunun gerçek anlamı ne mi?

Kendi işinizin sahibi imiş gibi hareket etmeniz gerekmesinin bir nedeni, organizasyonların artık küçük parçalara bölünmeleri ve giderek daha yatay hale gelmeleri. Artık daha az hiyerarşi var. Daha az katman. Kurumlarda, daha küçük ölçekli, sorumluluğun dağıtıldığı ve birbirinden daha bağımsız çalışan iş birimlerine doğru bir gidiş var. Sanki mini-şirketler, ya da kendine yeten çalışma gruplan gibi.

Kurumlar artık daha fazla 'girişimci' olabilmek için kendilerini yeniden şekillendiriyorlar. Müşteriye daha yakın hale gelmeye çalışıyor­lar. Kararların, bilgiye en yakın olan insanlar tarafından verilmesini isti­yorlar. Ve daha hızlı hareket edebilir hale gelmek istiyorlar. Ana fikir şu: bugünün yüksek hızlı değişim dünyasında, yalnızca küçük birim­ler kendilerini aşabilecek çevikliği ve uyum becerisini gösterebiliyorlar.

İşte bundan dolayı, kendini yönlendiren takımlarla daha sık karşılaşıyoruz. "Yetkilendirilmiş" çalışanlarla. Yönetim kademeleri süratle azalıyor ve bunun sonucunda da daha fazla sorumluluk, daha fazla bilgi ve daha fazla güç size doğru akmaya başlıyor.

Artık tüm kurumun başarısı için daha fazla kişisel sorumluluk almak durumundasınız. Artık eski iş tanımınızın sınırlan içinde kalamazsınız. İşin sahibi gibi hareket edebilmek için ise bütünü yönetebilme fikrine sahip olmanız gerekir.  Bütünü gören bir vizyona sahip olmanız.

Kişisel olarak maliyetleri nasıl düşürebileceğinizi, müşteriye nasıl daha iyi hizmet verebileceğinizi, verimliliği nasıl arttırabileceğinizi ve yenilikler getirebileceğinizi düşünün. Kişisel olarak. Sürekli olarak ticari başarıyı düşünün, sizin ve ekibinizin kurumun finansal gücüne nasıl katkı yapabileceğinizi.

Bu durum belki sizin arzu edeceğinizden daha fazla "serbesti" geti­rebilir. Örneğin, "bir başkasının altında çalışmanın" rahatlığına alışmış biri iseniz (yani başkalarının güç işleri üstlenmesi, sizi denetlemesi ve sorunlar ve sonuçlardan sorumlu olmasına) o zaman biraz terlemeye başlayabilirsiniz. Ama öte yandan kendi işinizdeymiş gibi hareket etmek gerçekten de size kişisel olarak ışıldama şansı verir.

Tüm bunlar bir yana, kendinizi "kendi işinde çalışan" biri olarak düşünmek, önümüzdeki yıllar içinde size çok ciddi faydası olacak bir kafa yapısıdır. Kurumlar artık, geçmişte olduğu gibi, çalışanları­nın kariyerlerini öyle fazlaca düşünmeyecekler. Büyük ihtimalle artık kendi başınızasınız. Aynen iş almış bir müteahhit ya da bir taşeron gibi "kendi işinizi yaratmak", itibarınızı korumak ve yaptığınız işe para ödeyen kişileri memnun etmek zorundasınız.

O yüzden kendi işinizi yapıyormuş gibi çalışın ve kendi kariye­rinizin hareketliliğini kendi kişisel sorumluluğunuz olarak kabul edin. Meseleye ister işvereninizin açısından bakın isterseniz tek-kişilik bir işin sahibi olarak. Nereden bakarsanız bakın, kendi işinizde çalışıyormuş gibi davranmak iyidir.

The New York Times gazetesinin hafta-içi nüshalarından herhan­gi birinde, 17. yüzyıl İngilte­re'sinde yaşayan ortalama bir insanın tüm hayatı boyunca edinebileceği bilgiden çok daha fazlası mevcuttur.

Bize sunulan bilgi stoku her 5 yılda bir ikiye katlanmaktadır.

Okulda Kalın.

Bugünün dünyası, öğrenme konusunda tembel davrananları affetmez. Ya kendi eğitiminizi sürekli kılmak için kişisel bir sorumluluk üstlenirsiniz, ya da kariyerinizi ve işinizi muhafaza etmenizi sağlayacak bilgiden yoksun hale gelirsiniz.

Böylesi hızlı değişen bir dünyada bilgi ve becerilerin eskimesi fazla zaman almaz. Teknolojik ilerlemeler ve sürekli gelen yeni bil­giler, neler olup bittiğini anlamayı bile güç hale getirmekte. Üniver­siteyi yeni bitirenler daha henüz birkaç yıl geçmeden en ileri bilgi­lerinin bile eskimiş olduğunu görmekteler. Zanaatçılar, yeni ürün ve tekniklere hiç durmadan adapte olmak zorundalar. Üstelik bazı ka­riyerlerin değişme şansı bile olmayacak - tamamen yok olacaklar. O nedenle kendimizi sürekli olarak yeni donanımlarla takviye etmeliy­iz, sürekli öğrenci olmalıyız. Aksi halde modası geçmiş hale gelme riskini taşırız.

Bugünün son derece rekabetçi iş piyasasında rekabet edebilir halde kalmanın tek yolu ömür boyu öğrenmedir. Kendi gelişmenize, ilerle­menize ve yenilenmenize yatırım yapmalısınız. Gelecekte "iş bulabilir" halde kalmanız, yetkinliklerinizi yenilemenize, yeni beceriler kazan­manıza ve kendi alanınızdaki gelişmelerin gerisinde kalmamanıza bağlıdır.

Ev ödevi, yani evde kendi başınıza çalışmak, haftalık rutin işinizin bir parçası olmak durumunda. Okuyun. Seminerlere katılın. Kurs alın. Başkalarının görevlerini öğrenme tekliflerine açık olun, çıraklık gibi sayılabilecek görevlere gönüllü katılın ve işi uzman­larından sürekli öğrenin. Sizi geliştirecek yatay görev değişiklikleri­ni kabul edin. Öğrenme fırsatlarını isteyin ve bu fırsatları son damlasına kadar kullanın.

Artık arabada mı çalışıyorsunuz, öğretmen misiniz, çiftçi veya dok­tor mu hiç fark etmez. Artık uzmanlık bilgisine ihtiyacınız var. Aynı zamanda mesleğiniz ve iş alanınızdaki gelişme ve değişimleri bilmek zorundasınız. Derinlemesine araştırın. Durmadan öğrenin. Başka alanda da kullanılabilecek "transfer edilebilir" beceriler edinin ki bu sizin kariyerinize bir hareketlilik sağlasın. Tek bir işe saplanıp kalmayın, ya da tek bir işverene.   Kendinize alternatifler yaratın.

Nasıl yapılacağını daha fazla bilir ve bunu en iyi yaparsanız o zaman daha değerli bir kişi olursunuz. Kendinizi pazarlamak için daha iyi bir konuma gelirsiniz.  Bu da daha fazla iş güvenliği getirir.

O nedenle eğitiminizi "bitirmeyi" unutun! İşinizi ve kariyerinizi savunmak için diğer kişiden daha fazla bilgi ve beceri paketi geliştirin.

"İki tür insan vardır. Başladık­larını bitirenler ve diğerleri..."

Bilgi-işlem maliyeti her yıl yaklaşık %30 düşmektedir. Öte yandan mikro-işlemciler her 18 ayda bir performanslarını  ikiye katlamak­tadır

Kendinizi sonuçlardan sorumlu tutun.

Kurumlar artık çalışanlarından çok, yeni seviyelerde sorumluluklar    bekliyorlar.  Mesuliyet, yetki ve inisiyatif kullanma, or­ganizasyonlarda en alt seviyelere kadar yayılıyor.   Bunun işle­mesi için sizin de sonuçların sorumluluğunu üstlenmeniz gerekiyor. "Sonuçlardan ben sorumluyum" demeniz gerekiyor.

Günümüzde kariyerler giderek daha fazla kişisel olarak değer­lendiriliyor. Artık "elimden geleni yaptım...gerçekten çok çalış­tım...çok kaliteli iş çıkardım...kendime düşeni yaptım" diyerek so­rumluluktan kurtulamıyorsunuz. Tüm bu sözler görünüşte güzel gelseler bile, genel sonuçlar ortada yoksa, size hiç bir fayda getirme­yecektir.

Bugünün kendini yönlendiren takımlar, yetkilendirilmiş çalışan­lar ve "sınırları kalkmış" organizasyonlar dünyasında sizin birey ola­rak değeriniz ve katkınız, aynı zamanda grubunuzun müşterek ve­rimliliği ile de ölçülecek.

Kendinizi sonuçlardan kişisel olarak sorumlu tutmak daha ge­niş düşünmenizi gerektirir. Büyük resmi düşünün. Kendi şahsi dav­ranışınızın ötesine bakın, kendi iş tanımınızın gereklerinin ötesine. Bakın ki yaptıklarınızın genel sonuçlara etkisinin doğru etki mi ol­duğunu görebilesiniz. Departman sınırlarının ötesinde iş yapmaya gayret edin. Benim dukalığım, senin dukalığın konularından uzak durun. Tüm çabalarınızı, aynı ortak amaçlara katkıda bulunan diğer insanlarla koordine edin, birleştirin.

Sonuçlara odaklanmak aynı zamanda, belli bir yönteme saplan­ma hatasına düşmenizi de önleyecektir. Ya da başka bir deyişle, böylesi bir mentalite sizin daha az verimli olan iş rutinlerine zaman, enerji ve diğer kaynakları harcamanızı önleyecektir. Eğer asıl ar­zunuz sonuçlara ulaşmak olursa, o zaman böylesi yöntemlerden uzak durursunuz. İş süreçlerimizi ne zaman ki sonuçlara odaklan­mış olarak tasarlarız, bu süreçler o zaman en temiz hale gelirler. O nedenle yaklaşımınızı bu yaklaşıma dönüştürün. Gereksiz aşamaları yok edin.  Hiç kimsenin savunamayacağı görevlerden kurtulun.

Hedeflediğiniz sonuçlara ulaşmaya ne kadar niyetli olursanız, hantal ve gereksiz iş süreçlerine de o kadar hoşgörüsüz olursunuz. Sonuçların sorumluluğunu kişisel olarak üstlenmek size aynı zamanda işinizin etrafındaki gereksiz çöp yığınlarını da temizlemenizi sağlayacaktır. Günümüzde "süreçlerin iyileştirilmesi" kavramının bu denli popüler olmasının nedeni, tüm kurumların, yaklaşım ile sonuçlar arasındaki bağı iyi kurabilmelerindendir.

O nedenle üstünüze düşeni yapın.     Kurumunuzu, en önemli sonuçlara doğru kuvvetle itin.

Partiyi kaydettiğiniz küçük video kamerası, bilgisayar çağını başlatan mucize makine IBM 360 'tan daha fazla bilgi işlem gücüne sahip.

Partiye hediye olarak götürdüğünüz, oyun­cak firması Sega tarafından üretilen Sa­türn adlı bir sistem. Satürn, 1976 Cray bilgisayardan daha yüksek performanslı bir işlemci üzerinde çalışıyor. Oysa Cray, zamanında, yalnızca en üst düzey fizikçilerin kullanımına açık bir bilgisayardı.

Değer Katın.

Kurumunuza, maliyetinizden daha fazla katkıda bulunmaya ,çalışın. Elemanlar çoğu zaman eğer sorumlu davranıyorlar ve iyi çalışıyorlarsa işlerini muhafaza etmeleri gerekir gibi bir yanılgıya düşüyorlar. Hatta bazıları, eğer uzun yıllardır orada çalışmış iseler, o zaman kurum için daha değerli olduklarını bile düşünüyor.

Doğrudur, tecrübenin bazen önemi fazla olabilir. Ama her zaman değil. Eğer tecrübeniz işvereniniz açısında sizi bugün daha değerli kılıyorsa durum başka, eğer tecrübeniz, dünyanın bu kadar hızlı değişmesi sonucunda tüm değerini yitirmişse durum başkadır.

"Sadakat" meselesi biraz daha farklı. Kendilerini uzun yıllardır gerçekten işlerine adamış olan kişiler, gerçekten zor zamanlarda gönülden orada kalıp yürekten çalışmış olanlar bunun karşılığında elbette puan kazanacaklardır. Hiç sorgusuz, bu gerçek bir erdemdir. Bu gerçekten değer verilmesi gereken bir şeydir.

Ama unutmamamız gerekir ki bizler geçmişi, işimizi muhafaza etmek amacıyla ancak bir yere kadar gerekçe olarak kullanabiliriz. Çünkü şimdi de değer katmak zorundayız. Ve kalıcı olabilmeyi, sadakat ile karıştırmamalıyız. Sadece yıllardır bordroda olma gerçeği bize hiç bir şey söylemez. Sadece "zamanınızı vermekle" puan kazanamazsınız.

Önemli olan yapacağınız katkıdır. Kaç yıl ya da kaç saat çalışmış olduğunuz değil.   Ya da ne kadar meşgul olduğunuz.

Hepimiz son derece meşgul olan, hatta çok çalışan ama hiç bir gerçek değer katmayan insanları gördük. Onların en büyük hatası, çabanın karşılığı maaşlarını alabilecekleri düşüncesinde olmalarıdır. Onların çabalarına saygı gösterebilirsiniz, ama onları bordroda tut­maya devam etmenin haklı gösterilebilecek hiç bir tarafı olamaz.

Kıdeminiz, iyi niyetiniz ya da faaliyet seviyeniz karşılığında para aldığınızı düşünmek yerine, performansınız ve kattığınız gerçek değer karşılığında para aldığınızı düşünmek sizin için çok daha hayırlı olacaktır.

Kurumunuza, değerinizi ispat edin. Fark yaratın. Öyle bir değer katın ki, siz giderseniz, çok önemli bir şeyin eksileceğini herkes gö­rebilsin.

"Geleceğin fabrikasında yalnızca iki çalışan olacak bir adanı re bir köpek. Adamın orada olma nedeni köpeği bes­lemek olacak. Köpeğin ki ise adamın ci­hazlara dokunmasını önlemek."

Kendinizi Bir Hizmet Merkezi Olarak Görün.

İş güvenliğiniz, müşterileriniz için ne kadar değerli olduğunuza bağlıdır.    Onlara ne kadar iyi hizmet verirseniz kariyerinizi o kadar iyi muhafaza edersiniz.

Bu da, müşterilerinizin gerçekte kimler olduklarını öğrenmeyi son derece önemli hale getirir. Hedeflediğiniz piyasa hakkında de­rinlemesine bilgi sahibi olmak durumundasınız. Müşterileriniz ne yapıyor ve siz bu resmin neresindesiniz? İhtiyaçları neler? Onları mutlu etmenin yolları ne? Müşterilerinizin başarısına siz nasıl katkıda bulunabilirsiniz?

Kendi "pazar yeriniz" hakkındaki bilgilerinizi keskinleştirin. O zaman kurumunuzun vazgeçilmez bir elemanı olmak için ne yap­manız gerektiğini açıkça göreceksiniz.

Unutmayın, hem iç hem de dış müşterileriniz var. Her bir kat­egori ile doğrudan ilgileniyor olabilirsiniz, ama şu an kurumunuzun içindeki hizmet vermeniz gerekenler üzerinde duralım. Bu başka bir departman, kendi fonksiyonel alanınızda muhtelif kişiler ya da doğrudan rapor verdiğiniz yöneticiniz olabilir. Belki bunları hep yalnızca iş arkadaşınız olarak gördünüz ya da, onlar için değil onlar­la beraber çalıştığınız kişiler olarak. Ama yanılgıya düşmeyin - bu kişilerin tümü sizin müşterilerinizdir.

Çoğu zaman bunun ne anlama geldiğini şöyle durup düşünmüyo­ruz. İşimizi genelde, sorgulamadan, olduğu gibi kabul ediyoruz. Bu da, müşterilerimizi de olduğu gibi kabul ediyoruz anlamına geliyor ki bu, kariyerinizi yürütmek için çok riskli bir düşünce.

Müşterinize en iyi hizmeti vermek için elinizden gelen her şeyi yapmaya çalışmazsanız ve bunu yaparken piyasada rekabet eden bir fiyat (yani maaş) kabul etmiyorsanız, o zaman müşterilerinizi elin­izde tutmakta ne kadar zorlandığınızı göreceksiniz. Aksi halde sizi hemen daha iyi hizmet veren biriyle değiştireceklerdir. Bir başka deyişle, başka bir kişi sizin işinizi çalacaktır.

Hizmetinizin kalitesinin düşmesine ne kadar izin verirseniz,

küçülme" ve "eleman azaltma" istatistikleri ile karşılaşma ihtimaliniz o kadar fazla olacaktır. Ya da kurumunuz, sizin şu an yapmakta olduğunuz işi dışarıya yaptırma kararı verecek ve işinizi uzmanlık haline getirmiş bir şirketin bunu yerine getirmesini isteyebilecektir. Farkında olun ya da olmayın, büyük ihtimalle sizin verdiğiniz hizmeti dışarıda veren başka birileri ile rekabet içindesiniz. Soru şu: en uygun teklifi kim verecek?  Siz mi yoksa bir başkası mı?

Müşterilerinize yakınlaşmak, çok daha yakın hale gelmelisiniz. Onlarla çok güçlü ilişkiler geliştirmelisiniz. Verebileceğiniz hizmetin ola­bilecek en iyisini verin. Müşterilerinizin ihtiyaçlarını tahmin edin ve bun­lara en iyi yanıt veren olarak kendinize bir ün yapın.

Son tahlilde müşteriler, iş güvenliğinizin tek kaynağıdır.

Kendi moralinizi yönetin.

Bir nedenle, geçen yıllar içerisinde, üst yönetimin çalışanların morallerinden sorumlu olduğu inancına kapılmışız. Hiç kimse bu fikrin hala geçerli olup olmadığını sorgular görünmüyor. Eğer insanların davranışları ters gitmeye başlarsa, suçlu patron olur. Eğer çalışanların ruhsal durumları dalgalanıyorsa, insanlar yeniden mutlu hale gelinceye dek şirketin onlara duygusal destek vermesi gerekir.

Artık bu saçmalıklardan kurtulmamızın zamanı geldi. Çünkü bu anlayışla hiç kimseye yaranamayız.

Elbette işyerinin ne şekilde idare edildiği ve orada insanlara nasıl davranıldığı, çalışanların hesaba katması gereken unsurlardır. Ama izin verin, kendi moralini yönetmeyi becerebilen ortalama bir bireye daha fazla prim verelim. Eğer insanlara daha fazla duygusal kendine yeterlilik becerisi verebilirsek - eğer kendi tavırlarımızdan kendimizi sorumlu tutmayı becerebilirsek- hepimiz çok daha iyi bir durumda olabiliriz.

Sizi iş yerinde neşeli ve mutlu tutma işini bir başkasının sırtına yüklemek oldukça kurnaz bir davranıştır. Hatta, mantığımızı bir miktar çarpıtırsak, haklı da görülebiliriz. Öyle ya, kurumlar çalışanlarına zaman zaman adil olmayan davranışlarda bulunmuyor­lar mı? Yöneticilerden bazıları kaba saba değil mi? Ama çalışanların üstlerine nasıl davrandıkları konusunda pek bir değerlendirme alışkanlığı yok. Ayrıca eğer dünya, kurumlara davranışında her zaman "adil" olmuyorsa, o zaman kurumların da bazen köşeye sıkışabileceklerini kabul etmemiz lazım. Üst yönetim bazen, insan­ların kabul etmesinin güç olabileceği şeyleri yapmak zorunda kala­bilir. Bu, yetkili olan kişinin, sizi sürekli şevklendirmek ve size poz­itif bir tutum şırınga etmek gibi bir yükü taşımak zorunda olduğu anlamına hiç gelmez.

Eğer bir başkasını sizin moralinizin sorumlusu tayin ederseniz, kendinizi yalnızca güçsüzleştirirsiniz. Yaralanmış ruhunuzu iyileştirmek için üst yönetimi beklerseniz, gereğinden uzun süre kendinizi kötü hissetmek zorunda kalırsınız.

Eğer "davranış kontrolü" görevini kendiniz üstlenirseniz, inanın bu sizin için çok daha iyi olacaktır. Moral bozukluğunun çok değerli enerjinizi götürmesine, öz-güveninizi kaybetmenize ve yaptığınız iş için en uygun aday olma cazibenizi yitirmesine izin vermeyin. Ku­rumlar, tempolarını bozmadan değişime uyum sağlayan insanlarla çalışmak isterler. O nedenle kendi ruh halinizin sorumluluğunu üst­lenin. Keyifli davranın, daha iyi hissetmeye başladığınızı göreceksi­niz. Dayanıklılık gösterin, kendi omuzlarınızdan yükselin. Kızgınlık, depresyon ve keder gibi negatif duyguların batağına girmenize izin vermeyin.

Elbette kişisel bir kaybın ardından acı çekmek çok normaldir. Bazen bu, iyileşme sürecinin gerekli bir parçası olabilir. Ama bazı insanlar bunu bir yaşam tarzı haline getirirler, mazlum rolüne bürü­nürler ve kariyerlerinin geri kalan bölümünde yalnızca yaralarını ok­şamakla vakit geçirirler. Samimi olmak gerekirse acı çekmenin iyi­leştirme gücü oldukça sınırlıdır. O nedenle de bundan kurtulmak gerekir.

Hızlı kurumsal değişim, hemen hemen hepimizin, önümüzdeki yıllarda bazı savaş yaraları taşıyacağının garantisini veriyor. Bu de­ğişimin kendi kariyeriniz ve konumunuzu etkilemiş olmasından do­layı kendinizi kötü hissedebilir ya da intikam alma yeteneklerinizi ortaya serebilirsiniz. Ölene dek bu kini taşıyabilir veya bundan bir an önce "kurtulabilirsiniz".

Kariyeriniz için sizce hangisi daha iyidir?

O yüzden durumu kişisel olarak almaya son verin -ya da talihin cilvesi olarak görün- ve üst yönetime karşı herhangi bir içerleme beslemeyin. İdealde değişimi, bazen sancılı da olsa, size duygusal adale gücü kazandıracak bir egzersiz olarak kabul edin.

"Eğer otomotivde benzeri bir ilerle­me olsaydı, bugün bir (Toyota) Lexus'u yaklaşık $2'a satın alabilirdi­niz. Ve bu araba ses hızında seya­hat eder ve bir yüksük dolusu ben­zinle 900 kilometre yol gidebilirdi."

 

 

Kaizen uygulayın.

Kariyerinizi en iyi koruyacak durumda olan, güçlü bir kurumdur, eğer kurumun mali durumu güçlüyse, maaşınız daha garanti­lidir. Eğer yaptığı iş konusunda giderek iyi, daha iyi hale gelirse, sizin geleceğinizin de parlak olma şansı olur.

Ama hiç bir kurum, eğer çalışanları iyileşmezse, iyileşemez.

"Sürekli iyileştirme" -Japonlar buna kaizen adını veriyorlar -hem sizin kariyeriniz ve hem de kurumunuzun geleceği için çok iyi bir sigorta sunuyor. Kaizen daha iyi yön­temlerin ve daha iyi zanaatkarlığın yorulmaksızın arayışıdır. Bunu, mükemmelliği her gün arama alışkanlığı olarak düşünün.

Kaizen size dün yaptığınızı geçmenizi ve aşmanızı sağlar. Sürekli iyileştirmeler küçük küçük gelebilirler. Ama bu küçük ve artımsal iyileştirmeler bir noktada birikip çok değerli bir rekabet üstünlüğüne ulaşacaklardır. Aynı şekilde, eğer tüm çalışanlar sürekli olarak iyileştirme olanaklarını araştıran gözlere sahip olurlarsa, büyük buluşların ortaya çıkma olasılığı yükselir. Kaizen ruhu, dramatik buluşları ateşleyebilir.

Kaizen olmazsa hem siz ve hem de işvereniniz rekabette geri­lersiniz. En sonunda "işsiz" kalırsınız çünkü rekabet hiç bir zaman olduğu yerde durmaz.

Tom Peters bunu şöyle ifade ediyor: "İyi kalite aptalca bir fikirdir. Esas olan tek şey, sizin kalitenizin sürekli olarak rakib­inizden daha süratli ve daha iyi gelişmesidir. Bu kadar basit. Eğer biz onlardan daha fazla, daha iyi, daha hızlı olamıyorsak ve onlar bizden daha fazla, daha iyi ve daha hızlı olabiliyorlarsa, o zaman biz daha az iyi veya daha fazla kötü oluyoruz demektir."

Artık hiç kimse mevcut ününe güvenerek hareket edemez. Şartlar çok hızlı değişiyor. Rekabet her gün daha sert ve daha global hale geliyor. Bugün bize "iyi" görünen bir şey yarın "şöyle böyle" bir hale gelebiliyor.

O nedenle her bir çalışanın kendi iş performansını yükseltmek konusunda kişisel sorumluluk üstlenmesi gerekir. Verimliliğiniz, re­aksiyon süreniz, kaliteniz, maliyet kontrolünüz ve müşteri hizmetiniz sürekli olarak kalıcı kazanç sağlayacaktır. Ayrıca becerilerinizin de sürekli bir yenilenme halinde bulunması gerekir.

Ancak, sürekli iyileşen performans bile bazen iş güvenliği, yük­selme ve terfi garantisi vermeyebilir. Güçlü, mali yönden başarılı kurumlarda bile bazen koşulların kurbanı olabilirsiniz. Ama eğer sürekli olarak kaizen pratiğini yapmışsanız, o zaman sizin yetkinlik seviyeniz gelişmiş olacaktır. Geçmişte yaptıklarınız, kendinizi pazarlamada çok yarar sağlayacaktır. Sonuçta, başka bir ortamda kariyerinizi sürdürme şansını çok daha kolay bulabilirsiniz.

İşçilerin art arda iş değiştirmeleri -ömür boyu istihdamı zaten bir yana bırakın-tükenmek üzere olan bir trend. Bunun ye­rine kariyerler -eğer kariyer artık doğru bir terim ise- giderek bir dizi çok taraflı ve aynı anda oluşan ağlara benzeyecek. Ve bu ağlar içinde sürekli yeni beceriler ve modası geçmiş roller olacak.

Halen, Amerikan iş gücünün %20'si, tek işverenle kurulan geleneksel işçi-işveren ilişkisinin dışında bir düzende çalışıyor. Ve bunların %86'sı durumlarından mem­nun olduklarını belirtiyor.

Problemleri Çözen Olun, İşaret Eden Değil.

P

 

roblemler, değişimin doğal bir sonucudur. O yüzden önümüzdeki yıllarda bunlarla çok sık karşılaşacaksınız. Kendinize, problem çözen bir kişi olarak isim yapın, o zaman herkes için çok değerli bir kişi haline geleceksiniz.

Kurumların problemleri çözen insanlara ihtiyacı var, problem­leri yalnızca göstermekle yetinenlere değil. Bunu elemanların çoğu ne yazık ki birbirine karıştırmakta. Onlara göre şikayet etmek yapıcı bir davranış gibi görünmekte. Sorunları teşhis etme konusunda çok keskin olmalarına karşın (ve bunu genelde suçlar bir ifade ile yaparlar) iyileştirme ya da sorunları giderme yönünde pek de fazla katkıda bulunmazlar: "Bunları halletmek üst yönetimin yüküm­lülüğündedir. Biz durup bekleyelim, onların mücadelesini izleyelim, sonra fikir yürütürüz."

Çalışanlar olarak, hatta tüm toplum olarak "suçlama oyununda" inanılmaz iyi hale geldik. Kendi sorumluluklarımızdan kaçıp ener­jimizi eleştiri ve şikayet yönünde kullanmanın uzmanları olduk. Ama inanın, bunun maliyeti çok yüksek. Çözümleri kendimizin dışında aradığımız sürece kendimizi "güçsüz" kılarız. Şöyle de diye­biliriz: bir suç işlediğimizde bunu başkasının üstüne yıkarsak, kendimiz de bu cürümün kurbanı oluruz.

Kendi koşullarımız için suçlanacak bir başkasını bulduğumuz zaman bile kazanacağımız yalnızca "içi boş" bir zaferdir. O an için oltanın ucundan kurtulmuş olmak iyi gelebilir, ama sonuçta, prob­lemin problem olarak kalma süresi uzar.

Parmakla işaret etmek, olabilecek çözümlere ulaşmakta kendi payımıza düşeni yapmamıza olanak vermez. Artık öyle bir noktaya geldik ki, kurumlarımızdan çok şeyler bekliyoruz ama kendimizden beklediklerimizi sürekli azaltıyoruz. Uzun dönemde bu anlayış yürümez. Kurumların değerleri, çalışanlarının değerleri ile birlikte oluşur. Kurumun performansı, çalışanlarının bireysel perfor­manslarının toplamından ibarettir.

İşte o yüzden parmakla işaret eden olmak yerine, suçlayacak birilerini arayıp bulmak yerine, problemleri siz sahiplenin. Çözüm sizden başlasın. Bunu yapın, kariyerinizde başarı şansınız inanılmaz artacaktır.

"Suçlanacak yalnızca bir kişimiz var. o da bir diğerimiz"

1980'li yıllarda Fortune 500 lis­tesinde yer almış olan 230 şirket-ki toplamın %46'sı oluyor-bugün liste dışı.

Artık  büyük  olmak kalıcı  başarıyı garanti etmiyor. İyi bir itibarı da.

Beklentilerinizi değiştirin.

Kurumlar, dünyanın değişimini durduramazlar. Yapabilecekleri en iyi şey adapte olmaktır. Akıllı olanlar, daha değişmek zorunda kalmadan önce kendilerini değiştirmektedirler. Diğerleri arasında daha şanslı olanlar, değişmek zorunda kaldıklarını fark ettiklerinde, bir miktar sendeleseler de yine uyum sağlayabilenlerdir. Ama geri kalanlar kaybedenlerdir ve tarih olurlar.

Kurumlar hızlı değişimle başa çıkmak için manevralar yaparken bazı kariyerler darbe görür. Bu, üzücü ama kaçınılmaz bir durum­dur. Bazı çalışanlar tekmeye maruz kalır ve faul yapılıyor diye bağırmaya başlar. Üst yönetimi, aralarındaki "psikolojik kontratı" bozmakla, oyunun kurallarını değiştirmekle suçlarlar. Ama aslında kurumlar, dünya tarafından değiştirilmiş olan kurallara uymaktan başka bir şey yapmamaktadır. İşin traji-komik tarafı, üst yönetimin durumunun, 'aşağı sakal yukarı bıyık' halinden farklı olmamasıdır.

Üst yönetim, eğer akıllı davranıp erken değişirse o zaman duyarsızlıkla ya da aşırı tepkicilikle suçlanır. Yok eğer geride kalıp, mecbur kalıncaya dek değişmezlerse, o zaman da becerisizlik ya da gaddarlık suçlamasından kurtulamaz.

Sorunun bir bölümü, düşüncelerimize son 30-40 yıldır egemen olan "hak sahibi olma" mentalitesinde yatıyor. İnsanlar bu süreçte öyle bir düşünce yapısına ulaştılar ki, çalıştıkları kuruma uzun yıllarını vermiş olmalarının karşılığında kurumların da onlara istih­dam garantisi verme "yükümlülüğünde" olduğuna inanmaya başladılar. Belli bir kisveyi uzun süre giymek -buna sadakat diye­biliriz- kişiye iş güvenliği hakkı doğurur düşüncesi bilinçlerimize iyice yerleşti. Çalışanlar bu süreçte, düzenli ücret artışı ve terfi bek­lemeyi öğrendiler.

Bunlar öyle aşırıya gittiler ki işverenlerinden, onları sürekli mutlu tutmalarını ve iş tatmini sağlamalarını beklemenin "bir hak" olduğuna inanmaya başladılar. İnsanların kariyer sorumluluğunun yükü giderek çalışan kişilerin kendilerinden uzaklaşıp, işverenin sırtına yığılmaya başladı. Her iki taraf da bu sistemi kabullendi ve sonunda sistem herkes için kötü olmaya başladı.

Çoğu kez çalışanlar kendilerini, becerilerini yenilemek ve geliştirmek konusunda zorlamak yerine, geçmiş başarılarının üstüne yatmayı tercih ettiler. Geçmişte yapmış oldukları işlerin kendilerine parlak bir kariyer geleceği sağlayacağına inandılar. İşverenlerine çok fazla bağımlı hale geldiler. Tüm dünyada gelişmekte olan değişim güçlerinden kendilerini koruyabilmek amacıyla, işverenlerinden "koruyucu istihdam politikaları" geliştirmelerini beklediler.

Görünen o ki bu fazlaca bir işe yaramadı. Yüksek-ivmeli değişim pek çok işi ortadan kaldırdı. Yeni teknoloji ve küresel rekabet nedeniyle kurumlar kendilerini yenilemek zonanda kaldılar ve yapılan iş ile işin yapılış şekli değişti. Piyasa acımasız. Bu yüzden de kurumların çalışanlarına karşı ne kadar cömert ve ne kadar koruyucu olabilecekleri konusuna ciddi sınırlar koyuyor.

Bu, şu anlama geliyor: nasıl kurumunuz müşterileri ve rekabetle olan ilişkilerini yeniden tanımlıyorsa, siz de kurumunuz ile olan ilişkilerinizi aynı şekilde yeniden tanımlamak durumundasınız. Çok iyi iş çıkartsanız bile, otomatik olarak ücret artışı, terfi ve hatta işinizi koru­mak gibi bir "hakkınız" olduğunu varsayma yanılgısına düşmeyin. Şart­lar hiç durmadan değişmeye devam edecek.

Bu şartlarda yapabileceğiniz en iyi şey, becerilerinizi yenilemek, esnek olabilmek ve işvereninizin sizin geleceğinizi korumakla yükümlü olduğu yanılgısına hiçbir zaman kapılmamaktır.

Hak sahibi olma dönemi sona eriyor. O nedenle, haklarınıza güvenmek yerine, kendi kişisel kariyerinizin sorumluluğunu üstlenmeye başlayın. Geleceğe kendinizi ve inancınızı koyun. Değişimi kucaklayın ve bu Bilgi Çağında iş başarısı için ihtiyacınız olan yeni çalışma alışkanlıklarını geliştirin.