Yaşayan Şirket

YAŞAYAN ŞİRKET

Ticari şirketlerin, kurumsallık dünyasına henüz yeni giriş yaptığını söyleyebiliriz. Bu Şirketlerin geçmişleri, batı dünyasında 500 yıl kadar geri gitmektedir ki, bu da insanlık medeniyetinde çok küçük bir zaman dilimidir. Yine de, hızla artan dünya nüfusunun taleplerini karşılayacak mal ve hizmetleri üretmek konusunda ciddi bir başarı yakalamış olan ticari şirketlerin, gelecekte de önemi artan bir konumda bulunacakları, şüphe götürmez bir gerçektir.

Evet, onlara potansiyelleri ışığında bakacak olursanız, çoğu ticari kuruluş tam bir başarısızlık örneğidir, ya da en iyi ihtimalle beklenenden daha az başarılıdır. Bunun göstergesi olarak, yüksek ölüm oranlarını dikkate alabiliriz. Çok uluslu bir Şirketin yaşam süresi beklentisi -Fortune 500 ya da eşdeğer şirketler - 40 ile 50 yıl arasındadır. 1970 yılında, Fortune 500 Şirketleri arasında yer alan şirketlerin üçte biri, 1983 yılına gelindiğinde, satın alınma, parçalanma ya da ortaklıklar yoluyla ortadan yok olmuştu. İnsanoğlunun dahi ortalama 75 yıl hayatta kalmayı başardığı günümüzde, aynı süre hayatta kalmayı başaran çok az şirket bulunmaktadır.

Bunu başaran şirketlere örnek olarak, 700 yıl önce İsveç'te bir bakır madeni olarak kurulan ve şimdilerde büyük bir kağıt ve kimyasal maddeler üreticisi olan Stora Şirketini verebiliriz. Sumitomo Grubunun da başlangıcı 1590 yılına isabet etmektedir. Bunun gibi örnekler, bir Şirketin doğal yaşam süresinin iki ya da üç yüzyıl civarında olması gerektiğini göstermeye yeterlidir. Bazı ülkelerde, yeni kurulan Şirketlerin çoğu, 10 yıldan daha kısa ömürlü olmaktadır. Yapılan bir çok araştırma, Avrupa'dan Japonya'ya kadar pek çok Şirketin, büyüklükleri ne olursa olsun, yaşam süresi beklentilerinin ortalama 12.5 yıl olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ben, ABD'de bu sayının daha yüksek olmasını gerektiren hiç bir neden göremiyorum.

Peki neden bu kadar çok şirket erken ölümle karşı karşıyadır? Bunun nedenleri ile ilgili pek çok spekülasyon bulunmaktadır ve bu alanda çok daha fazla araştırma yapılmasının gerektiği şüphe götürmez bir gerçektir. Yine de, şirketlerin başarısızlığa uğramalarının nedeniyle ilgili olarak elimizdeki veriler, şu gerçeği ortaya koymaktadır: Şirketler ölmektedirler çünkü yöneticileri, organizasyonların gerçek doğasının "insan topluluğu olmak" olduğu gerçeğini unutarak, mal ve hizmet üretimine dayalı ekonomik aktiviteye odaklanmaktadır.

Shell firmasında çalışırken, Yönetim Kurulu Başkanımız Van Wachem, önemli bir karar arefesinde, Shell'den daha eski bir tarihçeye sahip, kendi sektöründe Shell kadar ağırlığı olan ve son olarak da geçmişinde dünyada yaşanan çok önemli bir değişime başarıyla uyum sağlayabilmiş Şirket örnekleri görmeyi talep etmişti. Van Wachem'in kriterlerine uygun firma sayısının azlığı bizi çok şaşırttı. Sonuçta 40 firma listelemeyi başardık ve bunların 27 tanesi üzerindeki çalışmalarımızı derinleştirdik. Bunların nasıl olup ta başarıyla hayatta kalabildiklerini açıklayacak, ortak unsurları sorgulamaya koyulduk.

Bütün bu dedektiflik çabalarımız sonucunda, ortak olan dört anahtar faktör tanımlayabildik:

1. Uzun ömürlü şirketler, çevrelerine karşı duyarlıydılar. İster servetlerini bilgi yoluyla elde etmiş olsunlar (DuPont'un teknolojik buluşları gibi), ister de doğal kaynakları kullanarak (Hudson Bay Şirketi'nin Kanada Ormanındaki çalışmaları gibi), etraflarındaki dünya ile hep uyum içinde kaldılar. Savaşlar, bunalımlar, teknolojik ve politik değişimler çevrelerini sardıkça, daima olan bitenin nabzını tutarak uyum sağlamayı başardılar. Üstelik bunu, olan bitenle ilgili doğru bilgileri alabilecekleri çok sınırlı iletişim ortamı varken yapmayı başardılar. Henüz şirketlerin Yönetim Kurullarında, sosyal gelişmelerle ilgili endişelere, çok az değinildiği dönemlerde bu değişimleri gerçekleştirdiler. Toplumun değişen şartlarına, zamanında tepki vermeyi başardılar.

2. Uzun ömürlü şirketler, güçlü bir kimlik duygusuyla birbirlerine bağlıydılar. Ne kadar yaygın bir coğrafyada çalışırlarsa çalışsınlar, çalışanları (ve hatta tedarikçileri) kendilerini bir bütünün parçası olarak hissediyorlardı. Unilever, kendini bir gemi filosu olarak adlandırırken, her gemiyi bağımsız ancak, bütün filoyu da parçalarının toplamından daha güçlü görüyordu. Bu tür bir organizasyonel ait olma duygusu ve kendini başarılarla özdeşleştirme hissi, değişim sürecinde kolaylıkla "yumuşak" ya da soyut bir unsur olarak göz ardı edilebilir. Ancak tüm vakalar, pek çok kez göstermektedir ki, güçlü çalışan bağları, değişim esnasında hayatta kalabilmek adına son derece önemlidir. Bu "topluluk" düşüncesi etrafındaki birleşme, yöneticilerin içeriden terfi yoluyla atandıkları ve kendilerini uzun vadeli bir kurumun hizmetçileri olarak gördükleri bir kültürdür. Her yönetim jenerasyonu, uzun bir zincirin halkalarından biridir. Kriz dönemleri haricinde, yönetimin ilk önceliği ve ana endişesi, kurumun bir bütün olarak sağlığını koruyabilmektir.

3. Uzun ömürlü şirketler toleranslıydılar. Bu şirketler, Şirketin farklılaşmasına engel olabilecek, herhangi bir merkezi güç kullanmaktan kaçınmaktaydılar. Bu firmalar özellikle marjinal aktiviteler konusunda tolerans sahibiydiler: birleşik bir şirketin sınırları içinde kalabilecek aykırılıklar, deneyler ve eksantrikliklerin hepsi, olasılıklarla ilgili anlayışı geliştirmekteydi.

4. Uzun ömürlü Şirketler finansal anlamda tutucuydu. Tutumluydular ve sermayelerini gözü kapalı risklere atmıyorlardı. Paranın değerini eski moda biçimde biliyorlardı ve her zaman, kenarda bir miktar birikmiş nakitleri bulunuyordu. Hazır paralan olması da, onlara harekete geçme esnekliği ve özgürlüğünü veriyordu. Rakiplerinin değerlendiremedikleri fırsatları değerlendiriyorlardı. Üçüncü taraf fınansörleri fırsatın cazipliği konusunda ikna etmek zorunda kalmadan, harekete geçebiliyorlardı.

Listede bulunmayan unsurları fark etmemiz çok vakit almadı. Hisse sahiplerine yatırımlarının karşılığını vermenin, şirketin ömrünün uzunluğu ile ilgisi yoktu. Bir Şirketin karlılığı, kurumsal sağlığının göstergesiydi ancak belirleyicisi değildi. Pek tabi ki bu Şirketlerin yönetimleri, finansal göstergelerin ellerinin altında olmasına gereksinim duyuyorlardı ancak farklı olarak, bu rakamların geçmişe ait olduğunu biliyor ve gelecekte Şirketin başarısını sağlayacak ana unsurlarla doğrudan ilişkisi bulunmadığını düşünüyorlardı. General Motors, Philips Electronics ve IBM'in 1970 ortalarındaki finansal raporları, gelecek on yılda yaşayacakları sorunlarla ilgili hiç bir ipucu vermiyordu. Sorunlar bilançoya yansıdığında ise, problemi önlemek adına çok geç kalınmıştı.

Şirketin ömrünün uzunluğunun, onun maddi varlıkları, sektörü ya da ürün çizgisi veya kurulduğu ülke ile de bir ilişkisi olmadığı açıktı. 40-50 yıllık ömür beklentisi, ABD'de ve Avrupa'da geçerli olduğu kadar Japonya'da da geçerliydi. Üretim sektöründe olduğu kadar perakende, fınans, tarım ve enerji sektörlerinde de geçerliydi.

Araştırmamızı sonuçlandırdığımızda, yüksek başarıya sahip ve uzun ömürlü bir Şirketin ortak dört özelliğini tanımlamış olduk:

  1. "Çevreye duyarlılık", bir şirketin öğrenme ve adapte olma yeteneğini temsil etmektedir,
  2. "Birlik duygusu ve kimlik", bir şirketin kendisi için bir toplum ve kişilik tanımlama özelliği ile ilgilidir,
  3. "Tolerans ve buna bağlı olarak merkeziyetçilikten uzaklaşma", bir şirketin ekolojik farkındalığı ile ilgilidir: diğer kurumlarla, kendi içinde ve kendi dışında yapıcı ilişkiler kurma becerisi,
  4. "Muhafazakarfinans" ise, son derece kritik bir özellik olan, bir şirketin kendi büyümesini ve evrimini kendinin yönetmesi yeteneği ile ilgilidir.

Bütün bunları alt alta koyduğumuzda, bir şirketten rahatlıkla "yaşayan bir varlık" olarak söz etmemiz mümkündür.

Bütün Şirketler, yaşayan varlıkların davranışlarını ve bazı belirli özelliklerini sergilemektedirler. Bütün şirketler, öğrenirler. Bütün şirketler, açık bir biçimde olsun ya da olmasın, birlikteliklerini belirleyen bir kimliğe sahiptirler. Bütün şirketler, diğer kurumlarla ilişki kurarlar ve bütün şirketler doğar, gelişir, büyür ve ölürler. "Yaşayan bir Şirkef'i yönetmek, kurumsal yaşamın bu yanlarını ihmal etmek yerine, bunları fark ederek takdir edebilmektir.

Bir Şirketin biyolojik anlamda canlı olması, ya da "yaşayan şirket" ifadesinin uygun bir benzetme olması fark etmez. Bir şirkete yaşayan bir varlık muamelesi yapmak, onun yaşam süresi beklentisini arttırmanın ilk adımıdır.

Bu ifadenin sadece akademik bir anlam taşıdığını düşünmemeliyiz. Günlük iş yaşamında, yöneticiler için önemli yansımaları bulunmaktadır. Hızla değişen şartlar altında, şirketin gelişimi için, çalışanları işe dahil etmeniz gereken pek çok durum söz konusudur. İşte dahil edeceğiniz bu insanların, bunu ne kadar önemseyeceği, ne kadar güvenilir oldukları ve ne kadar gayretli çalışacakları, yalnızca Şirketin bilançosunu değil aynı zamanda yaşam süresini de belirleyecektir. Çoğu yöneticinin bu gerçeği göz ardı ettiğinin örnekleri de, çağımızın en büyük trajedilerini yaratmaktadır.

O zaman günlük yaşam dilinde, "Yaşayan şirket ne ifade etmektedir?"

Bu cevaba giden yol, bir başka soruyla başlamaktadır: "Şirketler ne içindir?" sorusuyla...

Finansal analistler, hissedarlar ve bir çok üst düzey yönetici, bize şirketlerin temelde finansal bir dönüş sağlamak amacıyla var olduklarını söylemektedirler.

Bazı ekonomistler bu amacı biraz daha genişleterek, insan yaşamını daha rahat ve çekici kılacak ürün ve hizmetleri üretmek olarak tanımlarlar.

"Müşteri-odaklılık" ve diğer yönetim eğilimleri, bu amacı müşterilere hizmet etmek biçiminde tercüme etmektedirler.

Politikacılar ise, şirketlerin toplum yararına var olduklarını savunmaktadırlar: iş imkanları yaratmak ve toplumun tüm taraflarının faydasına olacak tutarlı bir ekonomik platform oluşturmak...

Ancak, organizasyonun kendi bakış açısına göre, tüm bu amaçlar ikincil önemdedir.

Bütün organizmalar gibi, yaşayan şirketler de, öncelikle kendi yaşamlarını sürdürmek ve gelişmek için vardırlar. Potansiyellerini gerçekleştirebilmek ve büyüyebildikleri kadar büyümek için...

Şirketler, müşterilere mal tedarik etmek ya da hissedarların yatırımlarına kazanç sağlamak için, siz okuyucuların, sadece işiniz ya da kariyeriniz için var olduğunuzdan daha fazla var olmazlar. Ne de olsa, siz de yaşayan bir varlıksınız. Sizler, hayatta kalabilmek ve gelişebilmek için varsınızdır ve işinizde çalışmak, bu yönde ilerlemenizi sağlayan bir araçtır. Benzer biçimde, hissedarlara kazanç sağlamak ve müşterilere hizmet etmek de, IBM, Royal Dutch/Shell, Exxon, Procter & Gamble, General Motors ve diğer Şirketler olmaya giden yolda, birer araçtır.

Eğer yaşayan bir şirketin gerçek amacı, uzun vadede hayatta kalabilmek ve gelişebilmek ise, böyle bir şirketi yönetmenin öncelikleri de, bir çok modern akademik yaklaşımın ortaya koyduğu yöntemlerden farklı değerler taşımalıdır.

Ancak bu amaç, günümüzün yöneticilerinin benimsemiş oldukları bakış açısına ters düşmektedir. Bir çok modern yönetim yaklaşımı, "öğrenen organizasyon" olma kavramını öne sürüp, "bilginin stratejik bir değer" olduğunu savunsa da, bu değerlerin en ateşli savunucuları olan yöneticiler ve hissedarların bile bu kavramlardan ne anladıkları konusunda ciddi şüpheler taşımaktayım.

Sonuçta, günümüzün giderek daha da değişken olan şartlarında, yaşayan bir şirketin öncelikleri dikkate alınmadan, yöneticilerin başarılı olmaları için gereken çalışan alışkanlıklarına sahip olabilmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca, kurumu yaşayan bir varlık olarak yöneterek, onu kendisinden sonra gelecek olan yöneticilere, teslim aldığından daha sağlıklı olarak devretmenin, ne kadar gurur verici olacağını da hatırlatmak isterim.