Zihinsel öğrenimle pratik öğrenim arasındaki karşıtlığın kökleri çok eskilere uzanır. Eski Atina'da, ampirizm ile rasyonalizmin erdemleri üzerine, deneyim yoluyla öğrenim ile saf akıl yoluyla öğrenim üzerine ateşli bir tartışma ortalığı kasıp kavuruyordu. Öğrenmenin aksiyom ve teorilerden yola çıkan bir akıl yürütme süreci olduğunu iddia eden Platon, büyük bir rasyonalizm savunucuydu. Rasyonalist düşünmenin klasik örneği matematikti. Aristoteles ise, amansız bir ampiristti. Bilgiyi sadece duyumsal deneyimden edinebileceğimizi ve öğrenim sürecinin yaparak bulma süreci olduğunu savunuyordu. Deneysel bilim, eylem halindeki ampirizmdir. Rasyonalizm yeni bilgiyi genel ilkelerden çıkarır; ampirizm ise yeni bilgiyi, genel hakikatleri özgül durumlardan türeterek, tümevarım yoluyla yaratır.
Rasyonalizm ile ampirizm arasındaki ayrılık, insanın özünün yaşadığı deneyimin dışında rasyonel, düşünen bir benlik içinde bulunduğu şeklinde temel bir varsayımı yarattı. Bizler, ya dünya üzerinde rasyonel etkilerde bulunan ya da ampirik deneyimlerimizden etkilenen tecrit olmuş zihinleriz. Descartes'in o ünlü "Düşünüyorum, öyleyse varım" deyişi rasyonalist bakış açısının özlü bir ifadesidir. Bilgilerimizin hiçbirinin doğuştan gelmediğini, doğduğumuzda zihinlerimizin, deneyimin bütün fikirlerimizi üzerine "yazdığı" birer "beyaz kâğıt" olduğunu iddia eden John Locke ise ampirist tutumun tipik bir temsilcisidir.
Bazı 20. yüzyıl düşünürleri eylem teorileri üreterek, rasyonalizm ile ampirizm arasındaki ayrılığı gidermeye çalışmışlardır. Bildiklerimizin belirleyicisi yaptıklarımızdır; hedeflerimiz, tutkularımız ve önceliklerimizdir. Çağımızın filozofları insanın kendisi ile dış dünya arasındaki aktif ilişkiye vurgu yaparak, ampirik olanla rasyonel olanı bütünleştirmeye çalıştılar. Fenomonoloji, varoluşçuluk ve bazı bakımlardan post-modernizm, öğrendiklerimizi yaptıklarımızla daha doğrudan ilişkilendirirler.