Mutlu Aile
Mutlu Bir Evlilik İçin:
Yaşam biçimi olarak evliliği seçtiğinize göre mutluluğu evinizde, eşiniz ve çocuklarınızla birlikte, onların yanında bulacağınızı, yaşayacağınızı kabullenmiş olmanız gerekir. Ruhsal gücünüzü, "Bu günkü aklım olsa evlenir miydim?" ya da "Keşke seninle evlenmeseydim" gibi hayıflanmalarla boş yere tüketeceğinize, enerjinizi yaşamın sizin ve eşinize zevk verici, doyurucu olması yolunda harcayın. Yalnızca kendinizi değil, tüm aileyi birlikte mutlu eden olay ve durumları saptayıp bunları elinizden geldiğince çoğaltmaya bakın.
• Eşlerin; ruhsal, düşünsel, sosyal ve fiziksel beklentilerini ortaya koymaları gerekir.
• Eşlerin karşılıklı konuşmalarda seçeceği kelimelere çok dikkat etmeleri gerekir.
• Evlilikte sözsüz iletişimler çok önemlidir.
• Eşlerin her konuda aynı görüşte olması şart değildir.
• Eşlerin, her zaman haklı çıkmak zorunluluğunun yükünü sırtlarından atmaları gerekir. Yanılmış olabiliriz.
• Eşlerin birbirlerine saygıları ev içinde de devam etmelidir.
• Eşler, birbirlerinin zevk aldıkları şeylerle ilgilenmelidir.
• Birbirlerinin ailelerine ve arkadaşlarına sevgi ve saygı göstermelidirler.
• Kadını evlendiği erkeği değiştirebileceği erkek ise karısının hep aynı kalacağı gibi
yanlış bir düşünceye sahiptir. Asıl sorun, eşimizin olamayacağı biri olmasını
beklediğimizde ortaya çıkar.
• Övgünün gücünü keşfedin.
• Tartışmaların bazılarından yenik çıkın.
• Eşinize en son ne zaman çiçek getirdiniz.
• Lütfen bazı akşamlar TV'yi kapatın ve eşinizle sohbet edin.
• Eşinizin sizin için değerli olduğunu ona hissettirin.
• Çocuklarınıza zaman ayırmak önemlidir. Ancak birbirinize ayıracağınız zamanın çok önemli olduğunu unutmayın.
• Eşinize saygı duyduğunuzu çocuklarınıza da belli edin.
• Ortak uğraşlar bulmaya çalışın
• Verdiğiniz sözü tutun.
Eşlerde Problem Çözme
Eğer bir güçlük, belli bir sürede aşılamamışsa, kişileri fazlaca rahatsız ediyorsa "sorun" haline gelmiş demektir. Güçlükler yanlış ele alındıkları için ve doğru stratejiler uygulanmadığı için soruna dönüşür. Kısacası, bir ilişki bizim için bir sorun haline gelmişse, öncelikle o sorunu aşmak için başvurduğumuz yolun işe yaramadığını görmek gerekir. Yani, ne yapacağımıza karar vermeden önce, ne yapmamamız gerektiğini bilmemiz gerekir. İnsanlar çatışma durumlarında ya susarlar ya da kavga ederler. Genellikle de kavga ederler. Bu da kısa sürede işi bir güç ve benlik savaşına dönüştürür. Bu noktadan sonra amaç problem çözmek değil, kavgadan galip ayrılmaktır.
Oysa her uzlaşma iki çıkar temeline dayanır. Biri işin özüyle, diğeri de ilişkiyle ilgilidir, özellikle yakın ilişkilerde, her ikisini de kollamak zorundayız. Sen-ben kavgasına dönüşmüş bir tartışmada ne işin özü yani problem çözülür, ne de ilişki korunur. Bunun için de her uzlaşma süreci için geçerli olan dört temel ilkeyi unutmamak gerekir.
• Karşımızdaki kişinin kişiliği ile problemi birbirine karıştırmayın.
• Çatışan kişilerin aralarında uzlaşabilecekleri ortak çıkarları vardır. Yani kişilikler üzerinde değil, çıkarlar üzerinde durun.
• Uzlaşma sürecinde dikkatinizi durmadan probleme yöneltin.
• Problemi, üzerinde uzlaşılabilir biçimde formüle edin. "Çok sorumsuzsun" demek yerine, karşınızdakinin nasıl davranmasını istiyorsanız net tanımını yapın.
Bu süreci kolaylaştırmak için:
• Konuyu tartışın, kişiliğe hücum etmeyin.
• Tartışmalar esnasında genelleme yapmayın.
• Eski olaylara dönmeyin.
• Tartışmayı bir münazara haline sokmayın.
• Asla küs olarak uykuya dalmayın.
• Başkalarının önünde eşinizi asla küçük düşürmeyin.
• "Özür dilerim" demek o kadar zor olmasa gerek.
• Kendinizi onun yerine koyun. Belki haklı yanları vardır.
• Sabırla dinleyin ve anladığınızı belli edin.
• Duyguları açıklığa kavuşturun ve geçerli bulduğunuzu belli edin.
• Karşı tarafın içindekileri ifade etmesine, izin verin.
• Tartışmanın haklı çıkmak için değil, uzlaşmak için yapıldığını unutmayın.
• Size yönelik her saldırıyı sanki probleme yönelikmiş gibi ele alın.
• Önerilerinizin karşınızdakinin değerleriyle çatışmamasına dikkat edin. Onun dilini kullanmaya çalışın.
Sen- Ben Tuzağına Düşmeyin
Eşinizi mutlu ettikçe, bu mutluluğun size de yansıyacağını aklınızdan çıkarmayın. Evlilikte benim mutluluğum değil bizim mutluluğumuz önemlidir. "Biz mutlu oldukça ben de mutlu olurum" diye düşünün. Evlilik, kalıtımdan kültüre kadar birbirinden farklı olan iki "Ben"in "Benliğin" ortak mutluluk amacıyla "Biz" olması, bir araya gelmesidir. Evlilik yaşamının mutlu ve sağlıklı biçimde kurulup sürdürülmesi için eşlerin, birbirlerinin kişiliklerini anlaması, tanıması, kişilik özelliklerine saygılı olması, doğru, güzel, iyi, olumlu duygu ve düşünceleri içeren iletişim kanalları aracılığı ile bağlantı ve ilişki kurması gerekmektedir.
Çocukla İletişimde Farklı Anne Baba Tutumları
Ana-babanın, çocuklarından bekledikleri davranışlarda kendilerinin tutarlı olmaları gereklidir. Ana-baba-çocuk üçgenindeki sorunların başlangıç noktası çoğu zaman ana-babada düğümlenmektedir.
Kendi çocukluk yıllarında engellenmiş bireyler, ana-baba olduklarında, eskiden kendilerine tanınmamış olan özgürlüklere çocuklarının sahip olmalarına karşı, bilinçdışı bir kıskançlık geliştirirler. Bu nedenle çoğu kez kendi ana-babalarından gördükleri yöntemlerle çocuklarını dizginleme, suçlama, aşağılama yollarını denerler. Böylelikle kendi uğradıkları paniği denetim altında tutmaya çalışırlar.
Anne ve babanın aşırı baskı altında yetişmiş olması, bazı durumlarda da çocuğuna karşı aşırı gevşek ve yumuşak bir tutum içinde davranmalarına sebep olabilir. Bu da, çocuğun ihtiyacı olan örnek ve rehberden yoksun büyümesine sebep olur ki, böyle bir ortamda yetişen çocuklarda saldırgan ve isyankar davranışlara rastlanır.
Çocukların ve gençlerin sosyal ve kişilik özelliklerini ana-baba tutum ve davranışlarıyla ele alan araştırmalar; ana-babaların destekleyici tutum ve davranışlarıyla, ikna yoluyla denetim kurmalarının olumlu etkilerini vurgulamışlardır.
Destekleyici ana-baba davranışları, yakınlık ve ilgi göstermek, sözle veya dokunarak sevgi belirtmek ve ortak faaliyetlerde bulunmak gibi, çocuğun benliğini onaylayıcı davranışlardır.
Buna karşılık denetleme sınıfında yer alan ana-baba davranışların ortak niteliği çocuk ve gencin tutum ve davranışlarını değiştirme amacıyla yapılan hareketler olmalarıdır. Bu gruba giren davranışlar üç ayrı boyutta toplanır: Zor yoluyla denetleme, sevgi esirgeyerek denetleme ve ikna ederek denetleme.
Farklı ana-baba tutumlarını 6 ana başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar:
1. Baskılı ve otoriter tutum,
2. Gevşek tutum (Çocuk merkezci aile),
3. Dengesiz ve kararsız tutum,
4. Koruyucu tutum,
5. İlgisiz ve kayıtsız tutum,
6. Güven verici, destekleyici ve hoşgörülü tutum.
Baskılı, Otoriter Tutum;
Baskıcı, kuralcı ve egemen tutum sergileyen anne babalar, çocuklarına çok az açıklama getirerek ya da hiç açıklama getirmeden kurallara uymasını beklerler. Genellikle çocuklarının üzerinde tam hakimiyet kurmak ve kontrolü tamamen ellerinde tutmak arzusundadırlar. Bu anne babalar, çocuklarını dinlemektense gözlemeyi tercih ederler ve soru sormalarından hoşlanmazlar. Çocukların özgürlük arayışlarına izin vermezler. En önemli amaç itaatkar çocuk yetiştirmektir. Çocuğun ilgi ve sevgi gereksinimini karşılamaktan uzak dururlar.
Bu tutum, çocuğun kendine olan güvenini ortadan kaldıran, onun kişiliğini hiçe sayan bir tutumdur. Çocuk, her kurala uymak zorunda bırakılır. Anne ve babadan birisi, ya da her ikisinin baskısı altında olan çocuk; sessiz, uslu, nazik, dürüst ve dikkatli olmasına karşılık, küskün, silik, çekingen, başkalarının etkisinde kolay kalabilen aşırı hassas bir yapıya sahip olabilir.
Suçlayan, cezalandıran ve sürekli karışan ana-babaların çocuklarının, kolayca ağlayan çocuklar olduğu görülür. Baskı altında büyüyen çocuklarda genellikle, isyankar vaziyet alışlarla birlikte, aşağılık duygusu gelişebilir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk dıştan denetimli bir kişilik oluşturur. Çünkü içinden geldiği gibi davranmak yerine olması gerektiği gibi davranmak şeklinde koşullandırılır.
Gevşek Tutum (Çocuk Merkezci Tutum)
Çocuk merkezci aileye, genellikle orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan ailelerde ya da çocuğun kalabalık yetişkinler grubu içinde yetişen tek çocuk olması halinde sıklıkla rastlanır. Böyle bir ortamda çocuk, ailede inisiyatif sahibi tek kişidir ve onun isteklerine diğer aile bireyleri kayıtsız şartsız uyarlar.
Çocukları yanlış bir hareket yaptığında dahi onları disipline etmek için uyarmaktan kaçınırlar. Katı ve sert anne baba görüntüsü vermekten çekinirler. Çocukların toplum içinde sadece deneyim ve kendi seçimleriyle doğruyu bulacaklarına inanırlar. Bireyciliği ön plana çıkarma çabası gösterirler. Bu anne babaların çocukları genellikle toplumsal kurallara uymakta zorlanan, öz güvenleri az, sürekli kontrol altında olduklarını düşünen, anne babasını idare etmeye ve elinde tutmaya çalışan çocuklardır.
Ana-baba ile çocuk arasında sağlıklı bir iletişimin bulunmaması, çocuğun dengesiz bir ortam içinde abartılmış bir sevgi gösterisi içinde büyüyor olması, onun "doyumsuz" bir birey olmasına neden olur. Bu çocuklar, yalnız anne ve babalarıyla yetinmeyip zamanla ev dışındaki kimselere de egemen olmanın yollarını arayan bir kişi haline dönüşürler. Dengesiz ve Kararsız Tutum:
Ana-babanın "dengesiz ve kararsız" tutumu, çocuğun eğitim ve gelişimini olumsuz açıdan etkiler. Buradaki dengesizlik ve tutarsızlık, ana-baba arasındaki görüş ayrılığı olabildiği gibi anne veya babanın gösterdikleri değişken davranış biçiminde de görülebilir. Bu durum çocukta bazı iç çatışmaların, huzursuzlukların ardından da dengesiz ve tutarsız bir yapının oluşmasına sebep olabilir.
Koruyucu Tutum:
Koruyuculuk, sık rastlanan bir başka ana-baba tutumu olarak gözlenmektedir. Ana-babanın aşırı koruması, çocuğa gerektiğinden fazla kontrol ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak çocuk, diğer kimselere aşırı bağımlı, güvensiz, duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı boyunca sürebilir ve aynı koruyucu tutumu gelecekte eşinden bekleyebilir. Daha çok anne-çocuk ilişkisinde ortaya çıkan bu aşırı koruyuculuğun ardında, annenin duygusal yalnızlığı yatmaktadır. Çocuk, kendini gruba kabul ettirmek için zaman zaman toplum dışı ve isyankar davranışlara başvurabilir.
İlgisiz ve Kayıtsız Tutum:
ilgisiz ve kayıtsız tutum, ana-babanın, çocuğu yalnız bırakma, görmezlikten gelme şeklinde dışlaması anlamına gelir. ilgisiz ve kayıtsız ana-baba tutumu, çocuğun saldırganlık eğilimini güçlendirmektedir.
Bu anne babalar çocuklarına sevgi, ilgi ve şefkat göstermezler aynı zamanda kuralları öğretmeye ve onları disiplin altına almaya da çalışmazlar. Çocuklarına karşı ilgisizlikleri nedeniyle sabırsız davranır, kolayca sinirlenir ve çocukla ilgilenilmesi gereken durumlarda aşırı tepki gösterirler. Kendi ilgi ve zevkleri için saatler harcamaktan kaçınmazken çocuklarına ayıracakları vakitleri yoktur. Çok yoğundurlar ve çok işleri vardır. Eğer evde çocuk bakıcısı var ise çocukla genellikle bakıcı ilgilenir. Sonuç olarak bu çocuklar kendine güveni olmayan, isyankar, iyi ve başarılı olmak için çaba göstermeyen çocuklardır.
Güven Verici, Destekleyici ve Hoşgörülü Tutum:
Bu tutuma sahip anne babalar çocuklarına doğruyu, yanlışı ve bunun doğuracağı sonuçları açık bir şekilde öğretirler. Çocuğa sevgilerini esirgemez, bunu gösterir ve tüm ihtiyaçlarını gidermek için çaba harcar ve zamanın bir kısmını çocuğuna ayırırlar. Böyle yetiştirilen çocuklar kendilerini daha güvenli hissederler. Öz güvenleri fazladır ve hangi koşulda olursa olsun sevildiklerini bilirler.
Bu tutum, ana-babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları, onları desteklemeleri, çocukların bazı kısıtlamalar dışında, arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. Çocuk kabul edilmek ve onaylanmak ister. Eğer aile ortamı ona kendi benliğini tanımlama özgürlüğü veriyorsa, sağlıklı bir biçimde olgunlaşma yolunda gelişir. Ana-babanın hoşgörüsünün normal bir düzeyde gerçekleşmesi, çocuğun kendine güvenen, yaratıcı, toplumsal bir kişi olmasına yardım eder. Böyle bir tutumda evde kabul edilen ve edilmeyen davranışların sınırları bellidir. Bu sınırlar içinde çocuk özgürdür. Söz hakkı vardır. Duygu ve görüşlerine saygı duyulur. Sevgi ve teşvik görür. Yetişkinler tarafından dinlenir. Girişim yeteneğine sahip olur. Sorumluluk taşımasını öğrenir.
Sevgi:
Sevmek, çocukla bütünleşmek, onunla bazı etkinliklerinde beraber olmak ve bir insan olarak onun gerçeklerini anlamaya çalışmaktır.
Çocuk, sevildiğini hissetmeden yaşayamaz. Çünkü çocuğun dünyasının tek dayanağı ve anlamı ana-baba sevgisidir. 0, bu sevgiyi yitirmemek için gösterdiği çaba sayesinde zamanla kendi kendisini yönetmeyi öğrenir.
Sevildiğinden emin olan çocuk, sevgisini beklediği kişileri azaba sokarak inatçı bir biçimde hoşa gitmeyecek davranışlar içine girmez.
Sevgiye olan eğilim, insanlarda doğuştan var olan doğal bir yetidir. Burada vurgulanması gereken nokta, eğitimde iki farklı yöntemin uygulanmakta olduğudur. Bunlardan biri, amaca sağlıklı bir biçimde ulaşabilmek için çocukla kurulacak ilişki yoluyla faaliyeti paylaşma, ikincisi ise, konuşmadır.
Çaba ve değer, anne ve babanın çocukla kuracağı sevgi ilişkisinin oluşumunda önemli birer temel niteliği oluşturmaktadır. Oyun 3., disiplin ise 4. derecede önemli olan kavramlardır. Disiplin, çocuğa uyması gerekli kuralları öğretir. Disiplinin anahtarı, çocuğa empoze etmek yerine, disiplinin çocuktan kaynaklanması ya da kendiliğinden oluşmasıdır.
Çocukla kurulacak iletişim içinde, ana-babanın eleştirici bir tutum içinde olmaması gerekir. Örneğin çocukta yanlış bir yargının varlığı saptandığında, ona niçin böyle düşündüğü sorulmalıdır. Çocuk, kendisine zorla kabul ettirilmeye çalışılan bir istekle karşılaştığında sevgiyi kaybetme korkusu içine girer. Birçok ana-baba çocuklarının bağımsızlık kazandığını görmekten endişelenirler. Bu endişe, sadece kendilerinden bir şeylerin koparılmasıyla ellerinde hiçbir şey kalmamış gibi hissetmelerinden kaynaklanmaktadır. Aynı endişenin temelinde, kendi yardımları olmaksızın çocuğun yalnız başına yönlenemeyeceği inancı da yatmaktadır. Bu nedenle çocuğun başarısız girişimleri, zaman zaman ana-babaya doyum sağlamakta ve onların vazgeçilmez olduğunu kanıtlamalarına imkan vermektedir.
Sürekli olarak itilen ve dışlanan çocuk, kendisine yaşama haklarının bile verilmediği kanısına varır. O, sadece zevk verici prensiplere karşı hassastır. Kendisine kimsenin ilgi göstermemesi onun dış dünyaya olan ilgisizliğini artırır. Bu da, anti-sosyal davranışın (suç işlemenin) sebebi olabilir.
Çocuğun Gelişiminde Anne- Baba İlişkisinin Önemi:
Anne ve babanın birbirlerine karşı olan ilişkilerinin sevgi ve saygı temeline dayanması, gerek çocuğun cinsiyetine özgü rolü benimsemesi; gerekse özdeşleşmesi açısından büyük önem taşır. Ancak ne yazık ki, annesinin babası tarafından aşağılandığına veya dövüldüğüne tanık olan çocuk örnekleri vardır. Böyle bir ortamda yetişen bir kız çocuğu, kadınların hor görülecek yaratıklar olduğu düşüncesine kapılabilir. Bunun paralelinde babasına karşı duyduğu korkuyu zaman içinde tüm erkeklere genelleyerek kendi evliliğinde de eşiyle mutlu olamayabilir. Böyle bir ortamda büyüyen bir erkek çocuğu ise babasından nefret ederek kendi varlığına karşı öfke geliştirebilir veya şiddete eğilimli bir davranış modeli kazanabilir ve evlendiğinde eşine ve çocuklarına karşı babasının davranışlarını uygulayabilir.
Anne ve babasının sürekli tartıştığı veya kavga ettiği gergin bir ortam içinde yetişen çocukta, alt ıslatma, dışkı kaçırma, tik, kekemelik, parmak emme, tırnak yeme vb. uyum ve davranış bozukluklarıyla okul başarısızlığına rastlanılabilir.
Sağlıklı ana-baba ilişkisinde, bireylerin birbirlerini sevmeleri ve saymaları, birbirlerinin düşüncelerini hoşgörü ve saygıyla karşılamaları, birbirlerine güven duymaları ve desteklemeleri söz konusudur.
Çocuğun Ailede Özgüven Kazanması:
Özgüven sadece çocukların değil, herkesin ihtiyaç duyduğu bir duygudur. Kişiliğin diğer bölümleri gibi, bunun da temeli çocuklukta (ailede) atılmaktadır.
Özgüven, kişinin kendisine inanması ve güvenmesidir. Özgüvenin iki temel özelliği vardır: Birincisi, "sevilebilir olma duygusu"; ikincisi ise, "yeterli olma duygusu" dur. Özgüven, kişiliği oluşturan önemli güçlerden biridir. Yalnız bu gücün iki temel boyutu olduğunu unutmamak gerekir
İç özgüven, kendimizden memnun ve kendimizle barışık olduğumuza dair inancımız ve bu konuda hissettiklerimizdir. İç özgüvene sahip kişiler, kendilerini tanırlar, severler, farklılıklarını görürler, değerlerini takdir ederler, önlerine açık hedefler koyarlar ve pozitif düşünürler.
Kendisini seven, kendisine de başkasına da zarar vermez. Zarar veren şeylerden de (alkol, uyuşturucu, vb.) uzak durur. Aynı şekilde, kendisinin değerini takdir edenler, başkalarının da değerlerini takdir eder. Bu, sağlıklı iletişim açısından son derece önemlidir.
Kendisini sevmeyen kişilerin başkalarına karşı duyguları "kıskançlık" ya da "korku" olur. Diğer taraftan kişinin kendisini sevmesi, hiçbir zaman "bencillik" düzeyine ulaşmamalıdır. Çünkü bencillik, "Ben senden daha iyiyim" demektir. Bu da başkalarıyla olan ilişkileri bozar.
Dış özgüven, dışarıya, kendimizden emin olduğumuz şeklinde verdiğimiz görüntü ve davranışlardır. Dış özgüvene sahip kişiler, doğru iletişim kurmada maharetlidirler, kendilerini ifade etmede sıkıntı çekmezler, yeri geldiğinde duygularını kontrol etmesini de gayet iyi bilirler.
İç ve dış özgüven birbirini desteklemezse, kişide tam bir özgüven oluşmaz. Nitekim bazı insanlar, iç dünyasında kendisiyle barışık olduğu halde, dış dünyaya bir türlü olumlu görüntü veremezler. Ve sürekli anlaşılamadıklarını, şikayet konusu yaparlar. Bazı kişiler de dışarıya karşı iyi görüntü vermelerine rağmen, kendi içlerinde çelişkilerle boğuşurlar ve sürekli kendilerini hesaba çekerler.
Özgüveni olan insanlar, güçlüklerle mücadele edebilir, problemlere çözüm üretebilir, çevresi üzerinde etkili olabilir, kendine değer verildiğini hissedebilir, kendinden hoşnut olarak hayatını sürdürebilirler.
Özgüveni yüksek olanlarda dürüstlük, doğruluk, şefkat, sevgi ve yeterlilik duyguları kolayca ortaya çıkar.
Özgüveni olan insanlar, daha çok kendisi olan insanlardır. Bunlar yeterli ve yetersiz yönlerini keşfedip kendisiyle her zaman yüzleşebilirler. Bir anlamda kendilerini olduğu gibi kabul eder ve buna saygı duyarlar. Bu da onları kıskanç ve hayalperest olmaktan kurtarır.
Özgüven, kişilerin kendilerini "değerli" hissetmelerini sağlar. Özgüven sahibi kişi, seçimlerini kendi amaçları doğrultusunda yapar. Hiç kimseye bir şey ispat etmek, başkalarını küçültmek ve suçlamak gibi bir amacı yoktur.
Özgüveni gelişmiş olan insanlar, kendileriyle barışık olduklarından dolayı iç huzura sahiptirler. Aynı zamanda iyimserdirler. Bardağın hep dolu tarafını görürler. Başkalarını da olumlu yanlarıyla değerlendirirler. Onun için de, çevrelerinde sevilen ve kabul edilen kişilerdir.
Özgüvensizliğin Sebepleri
Bebeklikte sevgi, ilgi ve şefkat eksikliği
Bu eksiklik çocuğun kendisinin değerli ve önemli olduğunu hissetmesini engeller. Aile içinde çocuğa verilen dengeli destek ve sevgi insana "değerli" olduğu hissini verir ve çevresiyle iyi ilişkiler kurmasına vesile olur.
Anne babanın aşırı koruyucu ve kollayıcı tutumu
Bu tip çocuklar hem beceriksiz, hem doyumsuz hem de bencil bir kişilik geliştirebilirler. Bazen de bu doyumsuzluklar, ileride onları kötü alışkanlıklara itebilir.
Çocuklara, şahsiyetlerine zarar verecek isimlerle hitap edilmesi
Çocuklara onları küçük düşürecek adlar ve lakaplarla (ufaklık, yaramaz, haylaz, aptal, dağınık, dikkatsiz vb.) hitap edilmesi kendilerini değersiz hissetmelerine yol açarak yeteneklerini ortaya koymalarını engeller. Çocuklara yerine göre, "yavrum, güzelim, tatlım, hayatım, dostum vb." sözlerle hitap edilmelidir.
Anne babanın baskıcı ve kısıtlayıcı olmaları
Hoşgörüsüz, katı, otoriter ve despot bir aile ortamı oluşmasına sebep olur. Çocuklarda kendini ifade etme ve kendine güven duyma duygularını zedelerken, çevresi ile ilişki kurma kabiliyetlerini de azaltır.
Anne babanın çocuğa tehdit ifade eden sözler söylemesi
Anne babanın çocuğuna evden çekip gideceğini, artık annesi babası olmayacağını veya kendini öldüreceği gibi ifadeleri söylemesi.
Çocuğun kendi varlığını fazlalık olarak görmesine, suçluluk duymasına ve kendisinden nefret etmesine neden olur.
Ailenin şikayet ve kavga ortamı haline gelmesi
Anne-baba, birbirlerine karşı olumsuz davranış ve tavırlar sergilerse, çocuk kendisini güvensiz bir ortamda hisseder. Çocuklar, tüm ihtiyaçlarının karşılandığı güvenli bir dünyada yaşamak isterler. Aile içindeki olumlu iletişim, bu duygunun gelişmesine yardımcı olur. Bunun aksine, anne-babanın çocukların gözleri önünde yaptığı tartışmalar, onlarda güvensiz ve ihtiyaçların karşılanamayacağı bir ortamda yaşadığı hissini uyandırır. İşin en vahimi de, çocuklar olup bitenden kendilerini sorumlu tutar ve sevilmediği kanaatine varırlar. İşte bu durum, çocukların güvenlerini alt üst eder.
Çocukların arasında kıyaslama yapılması
İster kardeşler arası olsun, ister başkalarıyla olsun, kıyaslama, çocukların en sevmedikleri şeylerin başında gelir. Bu konu çocuğa dolaylı olarak "Sen başarısızsın, sen kötüsün, o iyi, seni sen olarak kabul etmiyorum onun gibi olursan kabul edeceğim." mesajlarını vermektedir. Onun için çocuk, kıyas yapılan kişilere karşı kin duyar. Aşırı kıyaslama durumlarında, bazı çocuklar da özgüvenlerini tamamen kaybedip ya okulu ya da evi terk edebilirler. Kıyaslama niçin kötüdür? Her insan eşsizdir bu nedenle her insanın başarı göstergesi farklıdır. Herkes aynı alanda başarı göstermeyebilir. Birinin kısa zamanda geldiği seviyeye, bir başkası daha çok çalışarak gelebilir. Önemli olan bir kişinin her gün kendi içinde bir gelişme gösterip göstermemesidir. Bir başka açıdan bakılacak olursa, kıyaslama, ilerde çocuğun hayatında acımasız bir rekabet ve "yok etme" duygusuna dönüşebilir. Yani "birlikte var olma" yerine "yok ederek var olma" gündeme gelebilir.
Çocukların hatalarını, onları kıracak ifadelerle söylemek
Hataları söylemenin bir yolu mutlaka vardır. Ama özgüvenlerini zedeleyecek şekilde olmamalıdır.
Çocukla yeterli ve nitelikli zaman geçirememek
Anneler, babalar, öğretmenler, çocuklarla birlikte olmaktan ve onlarla oyun oynamaktan çekinmemelidirler. Özellikle, kendisiyle oyun oynanan bir çocuk, kendisine zaman ayrıldığını ve değer verildiğini düşünür. Çocuklara daha fazla zaman ayırmak gerekir. Çalışan annelerin çocukları ile yeterli süre birlikte olamamaları, onlarda bir güven bunalımı yaratır. Bu açıklarını kapamak isteyen anne babalar, suçluluk hissiyle ya çocuklarının her istediğini yapmakta ya da fazla oyuncak alarak susturmaya çalışmaktadırlar.
Anne babanın yeni doğan kardeşe daha fazla ilgi göstermesi
Bu durum büyük kardeşte özgüven eksikliği meydana getirebilir. Bu eksikliği çocuk aşırı kıskançlık ve saldırgan davranışlar şeklinde ifade edebilir. Mesela bir çocuk, kardeşinin kendisinden daha fazla sevildiğini hissederse, buna sebep olan kardeşine kin duyabilir. Hz. Yusuf'un kardeşleri tarafından kuyuya atılması bu konuda ders alınması gereken önemli bir örnektir.
Cinsiyet ayrımı
Özgüvenin gelişimi ve çekingenlik oluşumunda etkendir. İkinci veya sonraki çocukta ısrarla farklı cinsten bir bebek beklemek ve sonunda hayal kırıklığına uğramak, doğan çocuk için iki farklı durum oluşturabilir: Ya açıkça reddedilmek ya da örtülmüş bir benimsenmeme hali.
Açıkça reddetmek, çocuğa her yönüyle önem vermemek ve ilgi göstermemek şeklindedir. Bazı ebeveynler cinsiyetinin istenmediğini çocuğa çeşitli şekillerde belli ederler. Mesela kız çocuğunu erkek gibi yetiştirmek isteyen bir anne baba, yansıtmalı bir şekilde kız çocuğunu sevmediğini söylemektedir. Erkek çocuklarına kız elbisesi giydirerek büyütenlere de az da olsa rastlanmaktadır. İyi bilinmelidir ki reddedilen çocuklar, hayata küskün ve daha pasif olma eğilimindedir/er.
Çocuklarda Özgüven Eksikliğinin Sonuçları
Temelinde güvensizlik olan en küçük bir problem, okul başarısızlıkları, uyum güçlüğü, yalan söyleme, tırnak yeme vb. davranış bozuklukları ya da gece işemesi, saç dökülmesi, karın ağrısı vb. psikosomatik bozuklukların başlamasına sebep olabilir. Özgüven eksikliği, içe kapanıklık, aşırı kaygılı olma gibi problemlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunarak kişilik gelişimini olumsuz etkileyebilir.
Özgüven eksikliği çekingenliğe sebep olur. Çekingen kişiler istek ve ihtiyaçlarını rahatlıkla söyleyemezler. Bu da kendilerini ifade etme açısından bir olumsuzluk meydana getirir ve arzu edilen başarıyı engeller. Bu anlamda çekingenlik, bir bakıma, hiç arzu edilmeyen bir kişilik özelliği kazanılmasına yol açar.
İnsanlar özgüvenlerini ilk çocukluk yıllarından itibaren kazanmaya başlarlar. Yalnız tenkit edilen, aşağılanan, hak etmediği bir cezaya çarptırılan, yerli yersiz korkutulan çocuklar, çekingen olurlar. Bazı bedensel yapı farklılıkları, kusurlar veya özürler çocukta çekingenliğin yanı sıra daha ağır duygusal rahatsızlıklara ve hırçınlığa sebep olabilir. Çekingenliğin giderilmesi için çocuklara "atılganlık" eğitimi vermek gerekir. Yalnız bunu yaparken, çocukların yetenekleri hesaba katılmalıdır. Çünkü gücünün üstünde bir atılganlık da ilerde çocuğu başarısızlığa sevk eder ve sonuçta daha çok özgüven bunalımına maruz kalabilir.
Ailede Çocuklara Özgüven Nasıl Kazandırılır?
Temel şart: Çocukların özgüvenIerinin gelişebilmesi için anne baba söz ve davranışlarıyla iyi örnek olmalıdır. Eşlerin çocuklarına en büyük hediyesi, birbirlerini sayması ve sevmesidir.
Çocuklar kendilerini değerli hissetmelidirler
Büyükleri tarafından sevilen, ihtiyaç duyduğunda beklediği yakınlık ve ilgiyi bulan, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, güven duyulan ve sorumluluklar verilen, iyi yaptığı şeyler için övülen, hataları büyütülmeyen ve olduğu gibi kabul edilen çocuğun kendisine özgüveni olur.
Buna karşılık sevildiğini, önemsendiğini hissetmeyen, beklediği yakınlık ve ilgiyi göremeyen, yokluğunda özlenmeyen, sürekli eleştirilen ve olduğu gibi kabul edilmeyen çocuk, kendisini değerli hissetmez. Kendisini değerli görmeyen (özgüveni olmayan) çocuk, yaşadığı aile, çevre, okul ve toplum için problem olur.
Çocukların başarılarından ve işlerinden çok, çabalarının övülmesi
Düşününüz ki; bir çocuk ilk defa ayakkabılarını giyip annesine göstererek, "Anne bak!.. Giydim..:" diyor. Anne ise, çocuğun çabasını göz ardı edip, "Yavrum ne yaptın sen? Ters giymişsin!" diyerek moralini bozuyor ve çocuğun çabasını hiç dikkate almıyor. Halbuki çocuk ilk defa ayakkabılarını giymiştir.
Çocuklara var olmalarının çok önemli olduğunu hissettirilmelidir. Başarılarının güzel ve teşvik edici sözlerle övülmesi gerekir. Her gün çocuğun övülecek bir işini bulmak pek de zor değildir. Övgüler hem anlamlı hem de yerinde olmalı, gelişi güzel her hareket övülmemelidir. Anne babaların çocuklarına, "Sana güveniyorum, sen bunu yapabilirsin..." şeklinde sözler söylemeleri, oldukça önemlidir. Yalnız çocuğun teşvik edildiği işler, onun kapasitesinin üstünde olmamalıdır.
Ailelerin aşırı korumacı olmamaları gerekir
"Pencereyi kapama elin kısılır, bıçağa dokunma, bir yerini kesersin..." türünden yapılan ikazlar, çocuğu beceriksiz yapar. O da zamanla "Ben beceriksizim, ben yapamam şeklinde duygular geliştirir. Bu aynı zamanda çocuğun korkak yetişmesine de yardımcı olur. Çocuğun cesaretli ve atılgan olması için yapamayacağı işlere sürmek de aynı şekilde hatalıdır. Çünkü çocuk, altından kalkamayacağı işler yapması konusunda cesaretlendirilirse, sonunda başarısız olur. Başarısızlık da çocuğun kendine olan inancını zayıflatır.
Çocuklara mutlaka bir "beceri" kazandırmak gerekir
Bunu gerçekleştirmek için arkadaşça davranılmalı, ilgi alanları bilinmeli, gerekirse birlikte çalışılmalı, hataları büyütülmemeli, kendisine inanılmalıdır. Bunlar yapılırken bir ders verme havası içine girilmemeli, sadece gerekli bilgilerle yetinilmelidir. Bir şeyi, bizim istediğimiz için değil; çocukların kendileri istediği için yapmalarını sağlamak gerekir. Çocuğa, "Bunlar yanlış, şunlar doğru" diyerek değer yükleme yerine, kendisinin bu değerleri kazanmasına yardımcı olunmalıdır. Bunun için de çocuğa "amaç-araç ilişkisi"ni iyi kavratmak gerekir. Yani, çocuk bir "amaç" seçmişse, amacın doğruluğu, tutarlılığı, bu amaca ulaşması için gerekli olan araç ve hedeflerin neler olabileceği konusunda onu düşündürmek gerekir.
Yaptıkları ve ilgilendikleri şeylerin ne kadar önemli olduğu söylenmeli
Kesinlikle yaptıkları hafife alınmamalıdır. ilgilendiği konular çocukla konuşulmalı, katıldığı faaliyetlerde onun yanında olunmalı, ortaya koyduğu çaba taktir edilmelidir. Çeşitli vesilelerle çocukla birlikte vakit geçirmek özgüven kazanımı için çok önemlidir. Bu, ona verilen değeri göstermektedir. Dikkate alınan, hesaba katılan, fikirleri sorulan çocuklarda da özgüven gelişir.
Çocukları, her türlü işi bırakarak dinleme
Dinlemek çocuğa sen benim için önemlisin demenin en kolay yoludur. Öncelikle çocukların düşünce ve inançlarını eleştirmeden dinlemeliyiz. Olumsuz düşünceleri durumunda onlara soru sorarak onların kendi düşüncelerini fark edip düzeltmelerine yardımcı olmalıyız. Dinlenen çocukların öz güvenleri yükselir, ifade yetenekleri artar. Dinler gibi yapmaktan kaçınmak gerekir, çocuklar bunu çabuk fark eder. çocuğun gözlem alanı içinde bulunan her şey, yeri geldikçe tartışılmalıdır. Bunlar farklı meslekler, kültür farklılıkları, günlük olaylar, arkadaşları, okuduğu kitaplar, seyrettiği filmler olabilir.
Sorumluluk vermek
Özgüveni olmayan çocuklar sorumluluk almaktan çekinirler. Sorumluluk, çocuğun karar verme ve problem çözme becerisi kazanmasına katkıda bulunur. Özellikle ilköğretime başladığı çağlarda bunu gerçekleştirmek gerekir. çocuğa bir şeyi yapma, geliştirme ya da büyütme fırsatı verilmelidir. Bunlar çiçek olabilir, kuş ve balık olabilir. Çocuk kendi amaçlarını belirlesin, işe katkısı olsun, içinde yaptığı işin heyecanını duysun. Başaramamışsa, bunun sebeplerini araştırsın. Yaptığı işe yerli yersiz hemen müdahale edilmemelidir. Böylece çocuğa duyulan güven gerçekleşmiş olur.
Çocukların sorumluluk bilincini geliştirmek için, ev içinde ve dışında başarabileceği sorumluluklar verilmelidir. ( Bazı ev işlerine yardımcı olma, elektrik faturasını ödeme, ufak tefek alışveriş yapma vb.)
Yaptığı işlerde, haklı olduğuna inanması ve özgüven gelişimi
Haklı olmadan hiçbir konuda iddia sahibi olmaması öğretilmelidir. Bunu yaparken düzeltmeler moral bozucu olmamalıdır. Mevlana, eğitimde takip edilecek yolları anlatırken şöyle bir misal verir:
"Öğretmen, öğrenciye yazı yazmasını öğretirken, tek harfleri bitirip de satıra gelince, önce çocuk bir satır yazıp öğretmene gösterir. Bunun hepsi öğretmenin gözünde yanlıştır. Fakat o yine: "Hepsi güzel, iyi yazmışsın, aferin, aferin! Yalnız bu bir tek harfi biraz çirkin yazmışsın. Böyle olacak. "Şu harfi de iyi yazamamışsın" der ve çocuğu incitmeden, incelikle o satırın birkaç harfini kötülemek suretiyle yazısını düzeltir. Şöyle yapmalı diye gösterir, geri kalanı beğenir ve bu aferinlerle onun zayıf tarafını kuvvetlendirir. İşte bu şekilde yavaş yavaş öğretir ve ona yardım eder. "
Çocuklara atılganlık- girişkenlik eğitimi verilmeli
Bunun ilk basamağı, ilgili kişilere isteklerini iletmeyi öğretmektir.
Bazı kişiler, sırf çekingenliklerinden dolayı amaçlarına ulaşamazlar, ihtiyaçlarını ortaya
koymada güçlük çekerler. Bu sebepten dolayı da sürekli öfkelidirler. Bunlar aslında,
kendilerini yetersiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır. Bunun aksine bazı kişiler de
saldırgandır. Bunlar hedeflerine ulaşmak için, başkalarını hiç dikkate almazlar ve onları
küçümserler.
Atılganlık eğitimi verilirken bu konuya dikkat etmek gerekir. Başkalarının hakkını yemenin adı kesinlikle atılganlık değildir. Atılganlık, bir kimsenin haklarını kararlılıkla ve başkalarına zarar vermeden elde etme çabasıdır.
Çocuklara, gezip gördükleri yerlerin anlattırılması ifade yetenekleri güçlendirir. Tarihi ve doğal mekanların tanıtılarak gezdirilmesi onlarda güzellik, vatan, aidiyet ve tarih bilinci oluşmasını sağlar.
Büyüklerinin başlarından geçen hatıraları dinlemeleri, önemli şahsiyetlerin hayat hikayelerini okumaları onların doğru değerler ve hedefler oluşturmasını kolaylaştırır.
Çocuklar, gerektiğinde değişik yaştan insanlarla bir ortamı paylaşabilmeli ve sohbete katılabilmelidirler. Bu onların insanların duygularını anlamalarını kolaylaştırır, kendilerine olan inançlarını güçlendirir.
Çocukların, spor, sanat gibi faaliyetlere yönlendirilmesi kendi yetenek ve duygularını tanımalarına, doğru hedefler belirleyerek başarıya ulaşmalarına, takım çalışmalarıyla paylaşım ve dostluğu yaşamalarına imkan vererek özgüvenlerini geliştirir.
Cinsel bilgilerin zamanında verilmesi
Yalnız bu bilgilerin merak konusu yapılarak ilgi merkezi haline getirilmemesi gerekir. Bunun için, bitkilerin ve hayvanların üreme şekilleri tabii bir olay olarak anlatılabilir. Bir genç ergenlik dönemine ulaştığı zaman, bedensel olarak çok hızlı bir gelişme ve değişme içine girer. Bunun ne anlama geldiği hakkında gence doğru bilgiler verilmelidir. Bir de bu değişiklikler, genetik, beslenme, iklim ve erken uyarılma gibi faktörlerle kişiden kişiye değişiklik arz eder. Bu gerçeği bilmeyen gençler, ergenliğe ulaşan, gelişim ve değişimi yaşayan arkadaşlarının yanında kendilerini eksik hissedip özgüvenlerini kaybedebilirler.
Çocuktaki olumsuz değişiklikler dikkate alınmalı, bu olumsuzluğun sebepleri araştırılmalıdır. Gerektiğinde okulla, öğretmenleriyle ve arkadaşlarıyla işbirliği yapılmalıdır.
Bazı mesleklerde çalışanların çocuklarında, sırf baba ve annelerinin işinden dolayı bir özgüven problemi söz konusudur. Özellikle okullarda çocuklara, ebeveynin mesleği sorulduğu zaman bazı meslekler, diğer çocuklar tarafından hafife alınmaktadır. Hatta bazı çocukların evlerinde bazı eşyaların olmaması bile bir eksiklik olarak algılanmaktadır. Bu da çocuklarda özgüvensizlik meydana getirmektedir. Anne babaların ve öğretmenlerin bu konuda çok hassas olmaları gerekir.
Şunu unutmamak gerekir ki; hiç kimsenin anne-babasını, kardeşlerini, akrabalarını seçme gücü yoktur. Onun için de ebeveynleri ve onların meslekleri yüzünden insanlar küçük görülmemelidir. İnsana saygının olmadığı bir toplumda, hangi mesleğin ne zaman özgüvensizlik sebebi olacağını veya olmayacağını da tahmin etmek kolay değildir.
Bazı kişiler fiziki yapılarını ve cinsiyetlerini (kadın-erkek) beğenmezler. Halbuki dünyada herkes tektir ve değer verilerek yaratılmıştır. Onun için kimse diğerinden üstün değildir.
Bu fikirleri çocuğa samimiyetle ve inanarak söylemek gerekir. Aile, bu fikirlerin uygulama alanıdır. Onun için zaman zaman çocukların yardımlarını ve görüşlerini istemek gerekir. Böylece çocuk, istişare etmenin, gerçekliği bütün cepheleriyle görebilmenin, paylaşmanın, aile içinde kendisine ihtiyaç duyulmasının güzelliğini yakalar. Katılımcı, diğer insanlara saygı gösteren, kendine inanan ve kendini ifade edebilen bir kişilik geliştirir.
Disiplin
Disiplin, çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendini denetleme ya da iç denetim demek olan ahlak gelişimini sağlamaktır. Bu da
dıştan gelen bir zorlamayla olmaz. Önemli olan, içselleşmiş bir sorumluluk duygusunun oluşturulmasıdır.
Disiplin bir anlamda, çocuğun sahip olduğu sorumluluklarıyla yaşantısındaki hareketlerinin doğal ve sosyal sonuçlarını kabul etmesidir.
Çocuk, iletişim kurulduğu andan itibaren kendi özgürlük sınırlarından haberdar edilmeli, yemek yeme, tuvalet alışkanlığı, belirli saatte uyku uyuma gibi bazı temel alışkanlıklarla, kuralları okul öncesi dönemde benimsemelidir.
Ceza, sadece çocuğun başkalarının haklarını ya da toplumun veya ailenin kurallarını bozduğu zaman kullanılmalıdır.
Kurallar makul ve herkese uygulanabilecek türde adil olmalıdır. Her şeyden önemlisi esnek olabilmeli, değişebilmelidir. Başka bir deyişle kurallar, çocuğa uygulanırken bu kuralları tartışabilme hakkı da çocuğa verilmelidir.
Çocuğunuza bir disiplini veya kuralı uygularken öncelikle sizin sakin ve sorumlu olduğunuz her şeyi yaptığınızdan emin olmanız gerekir.
Eleştiri, sadece gerektiği zaman ve çocuk bunu hak ettiği zaman yapılmalıdır. Aksi halde, sürekli gelen eleştiri, çocuğun doğru bir şey yapma beceri ve arzusunu azaltmaktan başka bir işe yaramaz.
Konuşma sırasında gerek çocuk, gerekse ana-baba duyguların etkisinden uzak ve sakin olmalıdırlar. Gergin ortamdaysa çocuğa sakin bir biçimde konuşmaya hazır oluncaya kadar odasına gitmesi önerilmelidir.
Sevgi temeline dayanmayan bir disiplin gerçekleşemez. Disiplin, sorumluluğu öğretmektir. Ancak, yeterli bir çevreye sahip olmayan bir çocuk için yapılacak ilk iş, yeni bir çevre yaratmak olacaktır. Çocuğu kontrol etme ve ona tümüyle egemen olma girişiminde bulunan ana-babalar, çocuklarını gerçek yaşama hazırlayamamaktadırlar. Günümüz ailelerinde ebeveyn, özellikle de babalar, çocuklarına çok az zaman ayırabilmektedirler. Bu da çocuğun modelden yoksun olarak yetişmesine sebep olmakta, dolayısıyla sorumluluğu öğrenme ve iç denetim mekanizmasının gelişimini engellemektedir.
Disiplin Kazandırmada Olumsuz Yöntemler
Dayak
Dayak, olumsuz ve itaatsiz çocukların yetişmesine sebep olur. Araştırmalar, suçlu gençlerin evden kaçmalarına, baba baskısı ve dayağın sebep olduğunu ortaya koymaktadır. Evinde duygularını ifade edemeyip, dayakla bastırılan çocuk, okulda saldırgan, arkadaşlarını ve öğretmenini rahatsız eden bir birey olabilir. Bir bakıma, evde bastırdığı duygularını oyunda ve okulda açığa çıkarabilir. Babasının kendisine yönelttiği saldırganlık türündeki davranışları arkadaşlarına uygulayabilir. Bazen de dayak yoluyla sindirilen çocuk, öylesine pasifize olur ki, bu silik kişilik görüntüsünü tüm yaşamında sürdürebilir. Kendine güveni kalmaz. Oyun grubu tarafından dışlanır ve yalnız bir birey olarak kendi dünyasında yaşamını sürdürebilir
Baskı altında büyüyen çocuklarda genellikle isyankar tavır alışlarla birlikte, aşağılık duygusu gelişebilir.
Dayak yerine iletişimi sağlıklı bir şekilde sürdürmek için "karşılıklı ilişkiyi kurabilen" insanların birbirlerine ihtiyaç duyduklarını anlatan ceza yöntemleri daha anlamlıdır, daha etkilidir. Dayak yiyen çocuk ise, zaman içinde hatasının birkaç tokatla telafi edilebileceğini düşünür. Zaman içinde o birkaç tokata da alıştığından, "dayağa rağmen" istenmeyen hareketleri yapmakta ısrar eden bir birey olur.
Kısaca özetlenecek olursa, dayağın zararları şöyle sıralanabilir:
• Dayak, çocuğun ana-babasına karşı korku, öfke ve kızgınlık içinde olmasına sebep
olur.
• çocuğa saldırgan olmayı ve sorunlarını şiddet yolu çözümlemesini öğretir.
• Zayıf vicdan ve ahlak gelişimine yol açar.
Aşağılamak
Yüksek sesle bağırma, kötü söz söyleme, alay etme bu gruba giren baskı yöntemidir. Bu disiplin yöntemi, çocuğun kendine olan güvenini ve benlik saygısını zedeler. Çocuk, aşağılana aşağılana, kendisinin gerçekten eksik ve değersiz bir birey olduğuna inanmaya başlar.
Ayırma Yöntemi
Çocuğu bir başka odaya kapatma, uygulanan bir başka disiplin yöntemidir. Bu uygulamayı bazı anne ve babalar karanlık ya da üzerinden kilitli odalarda gerçekleştirmeye çalışırlar. Böylelikle de çocuklarının terbiyesiyle uğraşırken, ruh sağlıklarını bozarlar, bazı fobilerin oluşmasına sebep olurlar.
Disiplin Kazandırmada Olumlu Yöntemler
Olayların Sonuçlarıyla Baş Başa Bırakma
çocuğun kişilik gelişimine, otonom (kendi kendini yöneten) ve girişimci bir birey olmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntemle çocuk, olayların doğal sonuçlarından ders almasını öğrenir. Bu yöntemde ev ödevini yapmayan çocuğa annesi zor kullanmak yerine, ertesi gün alacağı kötü not ya da öğretmenin tepkisiyle kendisinin baş başa kalmasını yeğleyecektir. Yine sabah geç kalkan çocuk, okula geç kalacak, böylelikle hareketinin cezasını kendisi çekmiş olacaktır.
Sorumluluğu Öğretme
Önemli olan, çocuğu, kendine özgü kişiliği olan bağımsız bir birey olarak kabul etmek ve onun hak ve özgürlüklerinin sınırlarını dengeli bir biçimde belirleyebilmektir. Bu sınırlara uymayan çocuğa uygulanacak ceza, "insanlar arası ilişkileri anlatacak" türde olmalı, bedensel ceza, aşağılama, karanlık odaya kapanma... vb. gibi ceza türleri düşünülmemelidir. İnsanlar arası ilişkileri anlatacak türdeki ceza, ya çocuğun istediği bir şeyi almamak, gideceği bir programı iptal etmek gibi, onun bir isteğini kısıtlamak şeklinde uygulanmalı, ya da çayı dökülen masayı temizletmek, ana caddede bisiklete binen çocuğa bisiklete binmeyi yasaklamak şeklinde sebep-sonuç ilişkilerini anlatmayı esas almalıdır. Bu disiplin yönteminde, çocuk sorumluluğu öğrenir ve kendi davranışının sonunda ortaya çıkan zararın ne olduğunu görmeye çalışır. Bu da çocukta iç denetim mekanizmasının gelişmesine yardımcı olur. Bu disiplin yöntemini seçen anne ve baba, cezayı gecikmeden uygulamalı, suça eşdeğerde ve zararı giderici bir ceza türü seçmeli (dökülen çayın temizletilmesi gibi) ve uygulanamayacak cezayla çocuk tehdit edilmemelidir. ("Bisiklete binemezsin!" diye tehdit etmek yerine, bisikleti alıp kaldırmak gibi. )
Disiplin Kazandırmada Ödül
Disiplinde ceza kadar ödül de büyük önem taşır. Ödül, anne ve baba tarafından hak edildiğinde verilmeli, sadece görevini yapan çocuk, gereksiz şekilde ödüllendirilmemelidir. Yine sosyal ödül adı verilen güzel bir söz, bir öpücük, başkalarının yanında övme gibi ödüller gerektiğinde sıklıkla uygulanabilmeli, buna karşılık oyuncak, bisiklet, bilgisayar almak gibi maddi ödüllere çok nadir durumlarda başvurulmalıdır. Nihayet verilen söz tutulmalı ve ödül zaman kaybetmeden hemen uygulanmalıdır.
Okul öncesi döneminden başlayarak bazı temel alışkanlıkları kazanamayan, hak ve özgürlüklerinin sınırlarını ve sorumluluklarını öğrenemeyen çocuk, okul dönemindeki kurallarla karşılaştığında bocalar. Bu nedenle ana-babaların, çocuklarına korku silahını çevirmeksizin, kendi kendilerini disipline eden birer kişi olarak yetiştirebilmeleri gerekir. Ancak, bu yaklaşım sayesinde, kendi kendisini denetleyebilen, sorumluluk sahibi ve özgüveni olan kişiler yetişebilir.
Çocukla İletişim
Dinlemeyi Öğrenmek
Çocuk konuşmaya başlamasıyla birlikte anne babayla sözlü iletişim kurmaya başlar. Çocuğun konuşmasına izin vermek için öncelikle sessiz kalmayı ve dinlemeyi öğrenmek gerekir. Sürekli konuşan, önerilerde bulunan, müdahale eden ya da düşüncesini söylemek zorunda hisseden anne babaların çocuğun konuşmasına fırsat vermeleri mümkün değildir. Çocuk her söze başladığında kendi yorumunu ifade etmek isteyen anne babanın laf kesmesiyle karşılaşırsa nasıl konuşabilecektir? Doğruyu sadece kendisinin bildiği, engin tecrübesiyle çocuğun hayatına yön vermesi gerektiği düşüncesinden hareketle müdahalelere bahaneler bulunulur. Oysa çocuğun kendini ifade edebilme şansını bulabilmesi aynı zamanda sizi daha iyi anlayabilmesi demektir.
Sabırla sonuna kadar konuşmasını dinlemek ve sonra söyleyeceklerimiz varsa onları söylemek iletişim kurabilmenin ilk adımıdır. Çocuğu dinlerken onun sözlerini işittiğinizi belli eder biçimde basit tekrarlar yapabilir, söylemek istediklerini özetleyebilirsiniz. Böylece onu dikkatlice dinlediğiniz ve ona değer verdiğiniz, onu saydığınız ve sevdiğiniz mesajını vermiş olursunuz.
Anne babası tarafından dinlendiğini, duygularını rahatlıkla ifade ettiğini gören bir çocuk kendine önem verildiği ve sevildiği duygusunu yaşar. Böylece çocukla anne baba arasında sağlıklı iletişim yolu açılmış olur. Bazen çocuklar kendilerini anne babalarına dinletmekte hayli zorlanırlar. Söz hakkı verilmeyen ya da sürekli sözü kesilen bir çocuğun kendini ifade etme biçimi olarak huysuzluk, saldırganlık veya eşyaya zarar verme gibi uyumsuz davranışlar gösterebileceği ya da tam tersi içine kapanıp duygu ve düşüncelerini aktarmada aşırı zorlanacağı unutulmamalıdır.
Tartışmayı Öğrenmek
Genellikle anne babalar tartışmayı çocuğun büyüklerine olan saygısızlığı olarak algılarlar. Özellikle ergenlik öncesi ve ergenlik döneminde çocuğun kendisini bir birey olarak ortaya koyma ve farklı olma çabasından kaynaklanan tartışma merakı anormal karşılanmamalıdır. Ergenler tartışırken ses tonlarını yükselterek anne babanın tepkisine neden olabilirler. Ancak bu, tartışmanın kesilmesi ve tartışmaya izin verilmemesini gerektirmemelidir. Çocuğu sakin olması ve düşüncelerini daha uygun biçimde ifade etmesi konusunda uyarabilir ve böyle olduğu takdirde düşünce ve isteklerini daha rahat anlayabileceğimizi söyleyebiliriz.
Çocuğa kendi düşünce ve isteklerini ifade etme şansı tanımak, onun şahsiyet kazanma ve güçlü olma arzusunun yerine gelmesinde büyük katkı sağlar. Tartışmayı sert tepkiler vererek kesmek, ona ve düşüncelerine saygısızlık anlamına gelir. Ayrıca çocuğa tartışma adabını öğretmek anne babanın işidir. Tartışma sırasında anne babanın kullandığı söz, ses tonu ve tavırların çocuğa örnek olduğu akılda tutulmalıdır.
Tartışma mutlaka galibi olması gereken bir yarışma, mücadele ya da savaş değildir. Üstün çıkma adına baskı kurmak veya kaybedeceğini anladığında tartışmayı sonlandırmak kadar, bıkkınlıktan dolayı veya rahat etmek için tartışmayı bırakıp çocuğun isteklerini yerine getirmek ve ona haklı olduğu mesajını vermek de doğru değildir.
Eleştiriye Tahammül
Anne ve babanın çocuklarının eleştirilerine hiç de hazır olmadıkları bir gerçektir. Eleştirilme kimsenin pek hoşuna gitmez; eleştiri bir de kişinin kendi çocuğundan gelirse tahammül etmek hayli güç olabilir. Herkesin yanlış yapabileceği, dolayısıyla anne babanın da yanlışlarının olacağı düşüncesiyle eleştirilere açık ve hazır olmak gerekir.
Anne babalar çocukları tarafından eleştirildiklerinde, eleştirinin haklı ya da haksız olduğuna bakmadan hemen alıngan davranabilmektedirler. Oysa yanlışlarımız ve hatalarımız konusunda çocuktan gelen eleştirilerin haklılık payı varsa bunu kabul etmek hem ona doğru olanı gösterme hem de hatada ısrar etmemek gerektiği mesajını verme imkanı sağlar. çocuğa karşı haksızlık ettiğini düşünen anne babanın özür dilemeyi bilmesi gerekir. çocuğundan özür dilemeyen anne babaların ona doğruyu gösterebilme ve hatadan dönmenin erdemini anlatabilme şansları yoktur.
Sözlü Mesaj
Çocukla konuşurken kullandığımız sözcüklerin önemini yadsıyamayız. Günlük konuşma dilinde ağız alışkanlığı olarak ifade ettiğimiz bazı sözcüklerin çocuğu ne kadar zedelediği ve rencide ettiğini tahmin etmek zor değildir. Özellikle çocuğun yanlış tutum ve davranışlarına karşı anne babalar zaman zaman kaba konuşmadan, hakarete kadar varan değişik tepkiler verebilmektedirler. Çocuğun kişiliğine yönelik bu gibi olumsuz mesajların olumlu davranışlara yol açmak yerine tepkisel davranışlar oluşturduğu bir gerçektir.
Yaptığı bir hatadan dolayı çocuğa "Aptal, sen adam olmazsın, geri zekalı" gibi yakıştırmalar sıralamak çocuğun hatalı davranışına değil, kişiliğine yönelik mesajlar olduğundan ilgili yerlere ulaşmaz. Aksine çocuğun üzülmesine, anne babaya kızmasına ve aradaki iletişimin tamamen kopmasına neden olur. Kırılan ve gücenen çocuk ya kendini tamamen geri çeker ya da saldırgan bir tutum içine girer.
Çocuğu küçültücü, aşağılayıcı ve zedeleyici sözler bazen düşünülmeden ve masumane bir şekilde kullanılabilir. Ancak sonuçta çocukla anne baba arasındaki iletişimi bozan ve çocuğun benlik saygısını azaltan bu sözleri daha az kullanmayı öğrenmek ve kendimizi kontrol etmek zorundayız. Anne ve babalar sonradan utanacakları bazı sözler sarf etseler de gerektiğinde özür dileyerek gönül almayı bilmelidirler.
Anne babalar genellikle karşılarındaki çocuğun davranışlarını eleştirirken ya da uyarıda bulunurken "sen" ile başlayan ifadeler kullanılır. Örneğin, "Sen ne laf anlamaz çocuksun" ya da "Sana şu televizyonun sesini kes dedim" gibi sert ifadelerle çocuğa yaklaşmak, aslında vermek istediğimiz mesajın açık olmadığı ve neden sinirlendiğimizi ifade edemediğimiz anlamına gelir. Oysa bunun yerine niçin tepki "verdiğinizi açıkça belirttiğiniz "Televizyonun sesinin bu kadar açık olması beni çok rahatsız ediyor" ifadesi karşımızdakine duygularımızı anlatma imkanı verecektir. Böyle bir mesaj çocuk tarafından daha kolaylıkla alınacak ve çocukta olumlu hisler uyandıracaktır.
Sözsüz Mesaj
Çocuk, karşısındaki kişinin sözsüz mesajlarını gelişim düzeylerine göre algılar ve ona karşı bir tepki verir. Örneğin, küçük bir çocuğa başınızı sağa sola sallayıp kaşınızı kaldırdığımızda yanlış yaptığını ya da yapacağını anlatmış olursunuz. Diğer taraftan bir şeyler yaptıktan sonra çocuğu kucaklayıp öpmeniz onun davranışını desteklediğiniz ve benimsediğiniz anlamına gelir. Çocukla olan iletişimde sözsüz mesajlar da oldukça etkilidir. Dolayısıyla anne babanın sözsüz mesajlarında da sözlü mesajda bahsedilen incelikleri bilmesi ve değerlendirmesi gerekir.
Tutarlılık
Anne baba çocuk arasındaki ilişkinin en can alıcı noktalarından biri çocuğa karşı tutarlı davranabilmektir. Kendi içindeki çelişki ve çatışmaları yenememiş anne babaların çocukla olan ilişkilerinde tutarlı olması pek mümkün değildir. Söyledikleri ile yaptıkları arasında tutarlılık olmayan ya da bugün söylediklerinin yarın tam tersini söyleyen ya da yapan anne babaların çocuklarına doğru, kalıcı ve sağlıklı mesajlar vermesi beklenemez. Anne babaların tutarlı olmayışı ne yapacağını bilemeyen, davranışlarından emin olmayan kendini endişeli ve güçsüz hisseden bir çocuk yetiştirmelerine neden olur. Anne ve baba kadar çocuğun yakın ilişkide bulunduğu (örneğin, bakıcı, büyükanne ve büyükbaba gibi) kişilerin de kurallar konusunda tutarlı olmaları gerekir.
Ancak tutarlı davranmak ve olumlu mesajlar vermek katı, acımasız ve değişmez yaklaşım sergilemek demek değildir. çocuğa zulmetme yerine tutarsız olmayı tercih etmek gerekir.
Doğal Olmak
Çocukla iletişim kurarken aşırı kural ve kalıplardan uzak, doğal olmayı ve davranmayı tercih edenler çabuk sonuç alırlar.
Doğal olmak tamamen içimizden geldiği gibi davranmak anlamına gelmez. Yapmacık olmayan bir samimiyet içerisinde ve abartıdan uzak davranarak çocuğun bize güven duymasını dolayısıyla da iletişimin sağlıklı kurulmasına katkıda bulunabiliriz. İnsanların doğuştan üzerlerinde taşıdıkları özelliklerden olan sevgi, şefkat, anlayış, sıcaklık ve merhamet gibi pozitif değerleri çocukla iletişimimizde sıklıkla kullanmamız gerekir.
Övgü:
Kimi anne babalar çocuklarına övücü sözlerle iltifat ettiklerinde onların şımaracaklarını düşünürler. Oysa övülmek her çocuğun duygusal ihtiyaçları arasında yer alır. Ayrıca övgülerle çocuklara öğretmek istediklerimizi ve mesajlarımızı daha kolay iletebiliriz, Çocukla iletişim kanallarının açık tutulması için yeri geldiğinde abartısız övgü şarttır. Örneğin, sürekli küçük kardeşiyle geçimsizliği olan, zaman zaman ona zarar veren bir çocuğun, bir süre kardeşine bakıp annesinin ütü yapmasına fırsat vermesi anne tarafından övgüyle karşılanıp çocuğa "Çok iyi bir abla olduğunu gösterdin" ifadesiyle övülebilir. Çocuğun başarılı davranışlarını överek desteklemek onu yeni başarılara adım atmada hayli yüreklendirecektir.
Kıyaslama
Anne babalar çocuklarını kardeşleriyle ve diğer çocuklarla kıyaslayarak teşvik edeceklerini düşünürler. Oysa çocukların sevmedikleri tutumların başında başkalarıyla kıyaslanmak gelir. Kendi yanlış ya da eksiğini görme yanında "Sen birilerinden daha kötüsün" mesajını almak çocuğu oldukça rahatsız eder. Kıyaslandığı kişiyle yoğun bir yarışma ve rekabet yaşayan çocuk olumlu özellikleri alacağı yerde tam tersi karşı tepki oluşturup aynı tavrına devam edebilir.
Zaman Ayırma, İlgi
Çocuğun temel duygusal ihtiyaçlarından biri olan sevgiyi ona en iyi ifade etme biçimi onunla bir şeyleri paylaşmaktır. Ona zaman ayırarak birlikte etkinliklerde bulunmak örneğin, oynayarak paylaşabilmek, sevgiyi göstermenin en kolay ve doğal yoludur.
çocuğa yaşına ve gelişim dönemine göre göstereceğimiz ilginin biçimi değişebilir. Örneğin, okul öncesi dönemde çocuğa ayıracağımız en kıymetli zaman onunla oynayarak geçirdiğimiz vakitlerdir. Küçük yaştan itibaren çocuklar anne babalarıyla oynamaktan büyük zevk alırlar. Anne babasıyla oynayan çocuğun mutluluğunu gözlerinden okuyabilirsiniz. Özellikle 2-3 yaşları gibi erken dönemlerde çocuklar oyun kurmayı beceremeyebilirler. Bu dönemde anne babanın çocukla birlikte oturup oyun kurmaya çalışması gerekir. Ergenlik döneminde oyunun yerini karşılıklı sohbet ile ilgilerin ve sorunların paylaşılması alır.
Genellikle anne babalar çocuklarıyla yeterince ilgilendiklerini ve onlara zaman ayrdıklarını düşünürler. Oysa çocukla ilgilenmek sadece onun yemesi, içmesi gibi bedensel ihtiyaçların gidermek değildir. çocuğun duygusal ihtiyaçlarını gidermeye yönelik çabalar en az bedensel ihtiyaçları gidermek kadar önemlidir.
Her yaştaki çocuk anne ve babasından sözlerine, yaptıklarına ve duygularına karşı ilgi göstermesini ister. çocuğa gösterilen ilginin onun duygusal ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ve istekleri doğrultusunda olması gerekir. Çocukla geçirilen vakitte onun hoşlandığı biçimde ilişkiye girmek asıl olmalıdır.
Anne babanın çocuğa gösterecekleri ilginin yoğunluğundan çok sürekliliği önemlidir. Çocuğa çok özel durumlarda örneğin, hastalandığında fazlaca ilgi gösterip diğer zamanlar ilginin yok olması çocukta ciddi hayal kırıklığı yanında duygusal dengesizlik ve güvensizlik oluşturur.
Çalışan annelerin çocuklarına ayıracakları zamanları kısıtlıdır. Bu kısıtlı zamanın dikkatlice değerlendirilmesi ve yemek, temizlik gibi ev işlerini daha sonraki zamanlara ertelenmesi ve çocuklarının ruhsal ihtiyaçlarını gidermenin öncelikli amaç olması gerekir. Çocuklara ayrılan sürenin uzun olması, bu sürenin iyi değerlendirildiği ve çocuğa olumlu katkı sağlayacağı anlamına gelmez. Sürenin uzun ya da kısa olmasından çok kaliteli bir ilişkinin var olup olmadığı önemlidir.
Diğer taraftan baba ile çocuk arasındaki ilişki biçimi çocuğun ruhsal gelişimi ve olgunlaşmasında belirleyici faktörlerdendir. Maalesef babalar çocuğun bedensel ve duygusal ihtiyaçlarını giderme işini tamamen anneye bırakma çabasındadırlar. "Sen annesin ilgilen" ya da "Bu senin görevin" sözleriyle kendilerini dışarıda tutmaya ve sorumluluktan kaçmaya çalışırlar. Oysa çocuğun yetiştirilmesinde, babanın da aktif rol alması ve anneyi desteklemesi gerekir. Sağlıklı ruhsal gelişim ve uyum için babanın çocuğa zaman ayırması, onunla bir şeyler paylaşması ve ortak faaliyetlerde bulunması şarttır. Yorgunluğunu ve başka sıkıntıları bahane ederek çocukla oynamaktan kaçan hatta onun sorularına dahi cevap verme lütfunda bulunmayan babaların çocuklarının ruhsal gelişimlerine vurdukları darbeleri sonraki yıllarda telafi etmeleri mümkün olmayabilir. Özellikle erkek çocukların cinsel kimlik gelişiminde babanın özdeşim modeli olarak ayrı bir önemi vardır.
Empati
Çocuğu anlamanın ve sağlıklı iletişim kurmanın en temel şartı onunla empati kurabilmektedir. Empati "kendini karşıdaki kişinin yerine koyabilme, olaylara bir de onun bakış açısıyla bakabilme" anlamına gelir. Topunu kaybettiği için ağlayan bir çocuğa "Ne var ağlayacak?" gibi bir yaklaşım yerine topunun onun için ne kadar kıymetli olduğunu düşünerek davranmak empatiye basit bir örnektir. Empati sayesinde çocukların birçok davranışının mantıksız ve anlamsız olduğu düşüncesinden sıyrılıp onları daha iyi anlamaya çalışabiliriz. Olaylara çocuğun gözüyle de bakmayı becerebilirsek onlarla duygusal bütünlüğü yakalamış ve sorun olarak yaşadıklarımızın aslında o kadar da çözümsüz şeyler olmadığını görmüş oluruz.
Sevgiyi İfade Etme
Hiçbir şey sevginin yerini dolduramaz. Bir çocuk için hava ve su kadar doğal bir ihtiyaçtır sevgi. Ancak sevginin kişiler arasında iletişim kaynağı olabilmesi için mutlaka karşı tarafa aktarılması, yani çocuğun anne babasının sevgisinden emin olması gerekir.
Sevgiden yoksun kalmak öncelikle kişinin kendine olan güvenini zedeler. Daha sonra sosyal uyumunu, kişiler arası ilişkilerini bozar ve yaşamla barışık olmasını engeller. Karşımızdaki çocuğun içimizdeki duygularımızı okumak gibi bir özelliği yoktur. Dolayısıyla "Ben çocuğumu seviyorum bunu ifade etmeme gerek yok ki" gibi düşüncelerin değeri yoktur. Sevgimizi aktarmanın yollarından birincisi çocuğa onu sevdiğimizi sözlerle ifade etmektir. çocuğa onu sevdiğimizi açık bir şekilde söylemeliyiz. "Seni seviyorum" sözü içinde çok tılsımlar barındırır. Bunu duymak her çocuğu mutlu eder, sevindirir ve kendine olan güvenini artırır. Bazı anne babalar çocuk şımarır gibi bahanelerle bundan uzak dururlar. Oysa çocukla kurabilecekleri en olumlu iletişimin fırsatını kaçırmış olurlar.
Sevgiyi sadece sözlerle aktarmak yeterli değildir. Dokunmak, sarılmak, gülümsemek, okşamak ya da öpmek gibi sevgi ifade eden beden dilini kullanarak çocukla sevgimizi paylaşmalıyız. Böylece çocukla iletişim için gerekli şartlardan önemli birini daha yerine getirmiş oluruz.
Ancak diğer taraftan abartılı sevgi gösterilerinin de sağlıklı ve kendine güveni olan çocuk yetiştirmede engel teşkil ettiği gerçeği akılda tutulmalıdır. Sürekli çocuğunun peşinden koşan endişeli, aşırı koruyucu ve kollayıcı anne babalar tüm bunları çocuklarını çok sevdikleri için yaptıklarını söylerler. Sonuçta üzerine toz kondurulmadan yetiştirilen çocuk bir türlü olgunlaşamaz ve erişkin bir birey olamaz. Sevginin ifade biçimi ile aşırı koruyuculuğu birbirine karıştıran bu anne babalar aslında çocuklarının büyümelerine engel olarak onlara en büyük zararı verdiklerinin farkında değildirler.
Bazen çocuklar anne babalarına "Beni sevmiyorsunuz" yakınmalarında bulunur. Bunu duyan anne babalar oldukça huzursuz olur ve sevgisini ifade edebilmek için abartılı yollara başvurabilir. Aslında burada çocuğun vermek istediği mesaj açıktır. Çocuk ya anne babasının kendisiyle yeterince ilgilenmediğini düşünüyordur, ya da sevgi ve ilgi gösterisinin tutarsızlığı nedeniyle ilgiyi tekrar üzerine çekmek istemektedir. Anne babalar kayıtsız şartsız bir şekilde çocuklarını sevdiklerini ifade etmelidirler. Sevgilerini birtakım koşullara bağlayan örneğin, ders notları iyi olmazsa ya da yemeğini bitirmezse onu sevmeyeceği mesajını veren anne babalar çocuklarıyla sağlıklı iletişim kuramazlar.
Öfkeyi Kontrol Etme
Çocuklar ile anne babalar arasındaki tartışma ve çatışmaların önemli bir kısmı, onların çocukların davranışlarına yönelttikleri eleştiriler nedeniyle ortaya çıkar. Günlük hayatta çocuğun yaptığı davranışları kendi düşünce, duygu ve değerlerimizin ıŞığı altında yorumlar ve tepkimizi ortaya koyarız. Dolayısıyla tepkilerimizin duygularımızdan arınmış olduğunu söyleyemeyiz.
Çocuğun yaptığı bir yanlış bizi çileden çıkaracak nitelikte dahi olabilir. Böylece yanlışı ortadan kaldırma amacıyla olsa da öfkemize hakim olamayıp amacını aşan, ölçüsüz davranışlara ve ceza yöntemlerine baş vurabiliriz. Öfkenin eseri olarak ortaya çıkan bu yöntemler çocuğun kişiliğini örseleyici nitelikte olabilir. Bu takdirde çocuğa olumlu mesaj verilmemiş, beklenen ve amaçlanan sonuç elde edilmemiş olur. Anne babanın sadece kendi öfkelerini dindirmekten başka işe yaramayan bu davranışlar çocukla olan olumlu ilişkiye de ciddi zarar verir.
Öfkelenen anne babalar bu halleri ortadan kalkıncaya ve sakinleşinceye kadar çocuklarıyla ilişkiye girmemeli ve ortamdan bir süre için uzak kalmaya çalışmalıdırlar. Sakinleştikten ve öfkelerini dindirdikten sonra çocukla konuşabilir ve daha olumlu bir iletişim kurabilirler.
Bazı anne babalar kendi sabırsızlıkları nedeniyle çocuğu sürekli eleştirir ve öfkeyle tepki gösterirler. Böyle olunca çocuğun gözünde ev içinde her şeye bağıran, kızan ve öfkelenen anne baba olarak değerlendirilirler.
Çocukla yaşanan gerginlik sırasında hemen ceza vermekten kaçınılmalıdır. Çünkü bu kriz döneminde verilen cezaların genellikle etkili olmadığı görülmüştür. Sakinleşmeden, şiddetle çözüm aramak, çocuğun öfkesini ve kızgınlığını artırmaktan başka işe yaramaz. Burada şu özlü söz yapılması gerekeni açıklamaya fazlasıyla yetmektedir. "Çocukların sevgiye gereksinimi vardır, özellikle de hak etmedikleri zaman."
Karşılıklı Güven Duygusu
Anne baba çocuk arasındaki sağlıklı iletişimin temel koşullarından biri de karşılıklı güven duygusunun varlığıdır. Öncelikle anne babanın çocuklarına güvenilir olduklarını göstermeleri ve güven sarsıcı davranışlardan uzak durmaları gerekir. Sözünde duran, haksızlık yapmayan, isteklerini ve yasaklamalarını nedenleriyle açıklayan, baskı kurmayan anne ve babalar çocuklarının güvenini kazanmış olurlar. Anne babasıyla güven sorunu yaşamayan çocuklar duygusal paylaşıma rahatlıkla girerler. Yanlış yapsalar dahi bunu gizleme eğiliminde değildirler. Yaşadıklarını, sıkıntılarını ve arzularını ailesine aktaran bir çocuğun büyük yanlışlar yapma şansı çok azdır. Oysa ailesinden her şeyini gizleme eğiliminde olan çocukların her zaman yanlış yapma ihtimalleri vardır.
Diğer taraftan anne babanın da çocuğa ona güvendiği mesajını vermeleri gerekir. Şüpheci, tedirgin, bir hafiye gibi çocuğunu sürekli takip altında tutan ve en ufak yanlışta onu eleştiren veya cezalandıran anne babalar çocuklarına güvenmediklerini göstermektedirler. Karşılıklı güvenin zedelenmesine neden olan yaklaşımlardan uzak durarak çocukla iletişimin yolu açık tutulabilir.
Duygularını İfade Etme Şansı
Duygusal Paylaşım
Çocukların bir kısmı duygularını rahatlıkla ifade edemezler. Bu durumda çocuğa kendini ifade etme şansı verilmeli ve duygularını sözlerle anlatmasına yardımcı olunmalıdır. Çocuğun hissedip ifade edemediklerini kendi sözlerimizle ona aktararak rahatlamasını sağlayabiliriz. Örneğin, üzüntüsünü açığa vurmayan bir çocuğa "Seni üzgün görüyorum, seni üzen şey nedir" diyerek iletişim yolunu açabilirsiniz.
Aynı zamanda anne babanın da bazı duygularını çocuklarıyla paylaşmaları gerekir. Üzüntüsünü abartısız, suçlayıcı olmadan, nedenlerini izah ederek ve çocuğun gelişim düzeyine uygun bir şekilde çocuğuyla paylaşan anne babalar çocuğa hem duygularını paylaşmayı öğretir hem de onların duygularının farkında olabilecekleri mesajını verirler.
Eleştirinin Dozu
Eleştiri, eğitimin temel koşullarından biridir. Yanlışlar eleştirilerek doğrular bulunabilir. Çocukların eğitiminde yapıcı eleştirilerin katkısı tartışılmaz. Ancak bazı anne babalar çocuklarını nerede ve nasıl eleştireceklerini bilmemenin verdiği eksiklikle eleştirinin dozunu kaçırmaktadırlar. Sürekli eleştiren ve adeta yanlışları görmek için çaba harcayan anne babalar hedefledikleri doğru davranışlara bir türlü ulaşamazlar. Oysa eleştiri, çok sık kullanılması gereken bir araç değildir. Ancak yerinde, zamanında ve belli dozda kullanıldığında yarar sağlar. Çocukların anne babaların eleştirilerine temel itirazları birkaç noktada toplanmaktadır. Bunlar:
Bir olay nedeniyle defalarca aynı sözleri tekrarlayarak eleştirme.
• Küçük düşürücü, aşağılayıcı sözlerin kullanılması.
• Başkalarının yanında ya da arkadaşlarıyla birlikteyken eleştirme.
• Eski defterleri karıştırırcasına olayla ilgili olmayan geçmişteki yanlışları da
gündeme getirerek eleştirme.
Yukarıda sayılan eleştiri birimleri çocuk için zedeleyici olmakta ve yapıcı özellik taşımamaktadır. Dolayısıyla amaca ulaşması zordur.
Saygı
Anne babanın en fazla şikayet ettikleri konuların başında çocukların saygısız söz ve davranışları gelir. Her anne babayı üzen bu davranışların ortadan kaldırılmasının temel koşulu, anne babanın çocuğa olan saygısını korumasıdır. Günümüzde aile büyüklerinin çocuğa ne kadar saygılı davrandıkları konusu tartışma götürür.
Öncelikle anne ve babanın çocuğuna hak ettiği saygıyı göstermesi gerekir. Ancak bu durumda çocuktan saygılı davranması beklenebilir. Çocukla konuşurken kullandığımız sözlerden uyguladığımız ceza yönteminin onur kırıcılığına kadar tüm ilişkilerimizde saygı çerçevesini aşmamaya özen göstermemiz gerekir. Saygı konusunda çocuğa örnek olmak, ondan da saygı beklemeye hakkımız olacağı anlamına gelir. Diğer taraftan çocuktan yaşının üzerinde abartılı. detaylı ve anlamsız derecede saygı davranışı beklemenin tam aksi davranışlara neden olacağı unutulmamalıdır.
Hoşgörü, Uzlaşma
Hoşgörü, çocukla kolay ve sağlıklı iletişim kurabilmenin temel koşullarındandır. Eğer hoşgörülü olmazsanız sabahtan akşama çocuğun tüm davranışlarında kusur ya da yanlışlıklar bulur, sürekli eleştirir ve her şeye müdahale edersiniz. Oysa çocuklar yanlış yaparak doğruyu öğrenebilirler. Belli kurallar ve kısıtlamalar dışında anne babaların çocuklarının isteklerini gerçekleştirme konusunda hoşgörülü olmaları, onların kendilerine olan güvenlerini artıracak ve sosyalleşmesine yardımcı olacaktır. Her davranışında hata aranan, sürekli eleştirilen bir çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrenmesi ve toplumda bağımsız hareket edebilmesi kolay değildir.
Ancak hoşgörü, kuralsızlık ve sınır koymama anlamına gelmez. Çünkü bu durumda çocuğun doğruları öğrenmesi ve sosyal uyum sağlaması mümkün olmaz. Çocuğa göstereceğiniz hoşgörü onun da başkalarına karşı hoşgörülü ve uzlaşma içinde olmasını sağlar. Böyle bir çocuk, başkalarına tahammül etmeyi ve sürekli şikayet etmeden yaşamayı öğrenerek olayların olumlu yönlerini görmeyi başarır.
Öğüt Verme
Öğüt verme, çocuğu terbiye etmenin başta gelen araçlarından biri kabul edilmiştir. Ancak öğüt vermenin usulü ve sıklığı çocuğun doğru mesaj alıp almayacağında belirleyici nedendir. Sürekli öğüt veren, her şeyi kendisinin en iyi bildiği düşüncesiyle hareket eden, öğüt verirken karşısındakini aşağılamaktan da geri kalmayan anne babaların çocuklarının terbiyesine olumlu katkı sağladıkları düşünülemez. Yumuşak ve sevecen bir üslupla, ancak yeri ve zamanı geldiğinde verilen öğütler çocuk tarafından doğru algılanabilir. Çocuğa verilecek yararlı öğüdün sözden çok davranışlarla olacağı unutulmamalıdır. Davranışlarıyla çocuğuna iyi bir model olan anne babaların çocukları, sözlü öğütlere dahi ihtiyaç duymayabilirler.
Çocukla Çocuk Olmak
Sürekli yetişkin kimliğimizi koruyarak, yetişkin gibi düşünerek ve yetişkin gibi konuşarak çocukla sağlıklı iletişim kurmamız mümkün olmaz. Dolayısıyla bazen çocuk olmayı başarmamız gerekir. Çocuğun düzeyine inmeyi başarmak öncelikle onu anladığımız ve onun duygularını paylaştığımız mesajını vermesi açısından önemlidir. Özellikle çocukla iletişimimizin koptuğunu düşündüğümüz zamanlar onun gibi düşünmeye ve hissetmeye çalışarak yani onunla empati kurarak ve yaşının gerektiği özel bir konuşma dili kullanarak sorunu çözmeye çalışabiliriz. Oyunlarda çocukla çocuk olmayı başarırsak onun sıkılmasını engelleyip, geçirdiği vakitten zevk almasını sağlayabiliriz.
Soruların Cevaplanması
Gelişim sürecinde çocuk; dış dünyayı, etrafında olup bitenleri kısaca hayatı tanımak ister. Bu amaçla anne babayı soru bombardımanına tutabilir. Öğrenebilmenin özellikle çocuklar için en kolay yolu sordukları sorulara aldıkları yanıtlardır. Çocuklar yaş ve gelişim düzeylerine göre sizin aklınıza gelmeyecek, çok farklı alanlarda sorular sorarlar. Bazen bu sorular bizlere mantıksız hatta aptalca gelebilir. Oysa çocuğun tek masum isteği bilgilenmektir.
Bazı anne babalar, çocuğun bu masum talebine kayıtsız kalmakta ve hatta bir daha soru sormasını engelleyecek bir biçimde kızarak yanıt vermeyi tercih etmektedirler. Soruların yanıtsız bırakılması çocuğun zihinsel gelişimine katkı sağlamadığı gibi ona değer verilmediği anlamına da gelir. Sorulara yanıt vermeme kadar bir çırpıda bütün bildiklerimizi tüm detayıyla çocuğa anlatmak da uygun değildir. Sadece kendimizi rahatlatmak amacına yönelik bu çabamız sonucu çocuk sorusunun karşılığında bilgi sahibi olamaz ve üstelik aklı daha karışır.
Çocuğun sorduğu sorular, onun zihinsel gelişim düzeyine uygun, anlayabileceği bir lisan kullanılarak ve öğrenmek istedikleri asıl kabul edilip fazla detaya inmeden cevaplandırılmalıdır.