İşbirliğine dayalı bir öğrenme modeli arayışı sürmekte. Böyle bir modelin rasyonel olanla ampirik olanı uzlaştırması ve hem örtük hem de açık bilginin önemini kabul etmesi gerekir. İşbirliğine dayalı öğrenmenin dinamiklerini daha iyi anlayabilirsek, yenilikçiliğin gerektirdiği bilgi paylaşımı konusunda da daha sistemli bir yaklaşım geliştirebiliriz.
David Kolb'un ünlü öğrenme çevrimi bu arayış için iyi bir başlangıç noktasıdır. Gayet iyi bilinen bu çevrim çoğu kez örgütlerin öğrenme programlarının yönetiminde kullanılmaktadır. Bu modeli 1974'te yayımlayan Kolb'a göre, öğrenme dört aşamalı bir çevrimden oluşur.
Öğrenmenin Dört Aşaması
1. Somut deneyim.
2. Düşünme.
3. Kavramsallaştırma.
4. Deney yapma.
Öğrenme deneyimle başlar: Ya biz bir şey yaparız ya da bize bir şey yapılır. Ardından, bunun bizim kendi bakış açımızdan ne anlama geldiğini sorarak, bu deneyim üzerinde düşünürüz. Düşünme temelinde, deneyimden genel kurallar çıkararak veya bilinen teorileri o deneyime uygulayarak, onu kavramlaştırırız. Ulaştığımız genel kavramlar veya teoriler, gelecekteki deneyimlerimizi değiştirme arayışı içinde yapacağımız deneylere yön verir. Bu çevrim, uzun erimli bir dönem boyunca ya da neredeyse anında, birbirinden kopuk adımlar halini de alabilir.
Çevrimin her bir adımı farklı türden bilgi üretir.
• Deneyim, Kolb'un "anlayış" ya da tanışıklık yoluyla bilgi edinme dediği şeye tekabül eder. Buna "örtük bilgi" de diyebiliriz.
• Düşünme, bu bilgiyi "yoğunlaştırma"—onu kendi anlam yapımıza yerleştirebilmek amacıyla deneyime kattığımız çağrışımlar—yoluyla dönüştürür. Düşünme, örtük bilgiyi dile dönüştürerek, onu açık bilgi haline getirir.
• Kavramsallaştırma, açık bilgiyi dil aracılığıyla maniple ederek, anlamı evrensel teoriler halinde genelleştirir. "Kavrama" yoluyla bilgiyi bir kez daha dönüştürür (buna "kavrama" deniyor, çünkü bu aşamadaki bilgimiz öteki aşamalardakinden daha kapsamlıdır).
• Bunu izleyen deney yapma da, teoriyi "uzatma" yoluyla test eder: Genelleştirilmiş bilgiyi gerisin geriye, deneyimsel bilgiyle ilişkilendirir. Dil içinde kodlanmış açık bilgi bir kez daha örtük bilgiye dönüştürülür.
Böylece, Kolb'un çevrimi kendini tekrarlar ve öğrenmenin rasyonel ve ampirik yanlarını bütünleştirmeye çalışır; düşünme ile deney yapma bu ikisi arasında bir mecra işlevi görür.
Kolb, daha da ileriye giderek, çevrimdeki her bir aşamanın dört düşünme türüyle ilintili olduğunu söyler.
Dört Düşünme Türü
1. Uzaklaşan düşünme (deneyim-düşünme), deneyimi daha eksiksiz anlama çabasıyla, aynı deneyim için çok sayıda açıklama üretir.
2. Özümseyici düşünme belirli deneyimleri kategoriler halinde tasnif eder. Deneyimlerimizi anlam yapıları içinde "derleyip toparlar". Tekil durumlardan genel hakikatlere doğru ilerler.
3. Yakınlaşan düşünme (kavramlaştırma-deney yapma), tek bir odaklanmayla, farklı olguları ve kategorileri bir araya getirir. Yakınlaşan düşünme, bize bir takım yanıtlar verir ve bunların doğru olup olmadığını söyler. Birbirine yaklaşan düşünme, bize ne yapmamız gerektiğini söyler.
4. Uyarlayıcı düşünme (deney yapma-deneyim), tekil deneyimlerin ışığında, kavram, teori ve kategorileri değiştirir. Genel hakikatleri tekil durumlara uyarlar.
Kolb'un modelinin en güçlü özelliği dinamizmidir. Bu modele göre, öğrenme hem ampirik deneyimin karışıklığını hem de rasyonel düşüncenin disiplinini gerektiren çok yönlü bir faaliyettir. Ne ki, bu model yenilik yapma bağlamında sınırlı kalabilir. Birincisi, işbirliğine dayalı öğrenme konusunda söyleyebileceği çok az şey vardır; esas olarak bireysel bir odaklanmadır. İkincisi, genellikle örtük bilgi pahasına açık bilgiye vurgu yapar.
Bu ikinci kısıtı dil açısından açıklayabiliriz. Deneyim üzerinde düşünme demek, örtük bilgiyi dil aracılığıyla açık bilgi haline getirmek demektir. Oysa seçtiğimiz dil, düşünmemizin kapsamını seçtiğimiz terimlerle sınırlar. Keza, çevrimin bir sonraki aşamasındaki teorileştirme tarzımızı da belirler. İnşa ettiğimiz teoriler de—elbette, dil olarak—yaptığımız testler üzerinde daha da belirleyici olur. Sonuçta bütün bunlar, onları izleyen deneyimi sınırlar. Çevrim, kabul ettiğimiz anlam yapılarını, onları uyarlarken bile pekiştirir. Bunun sonucu olarak da, sorgulamamızı sınırlama eğilimine gireriz. Dil, deneyimimizi genişletip zenginleştireceğine, bizi onun üzerinde odaklanmaya ve ince ayar yapmaya zorlar. Diğer gizil bilgi alanları gittikçe daha fazla erişim alanımızın dışında kalır.
O nedenle, Kolb'un çevrimi muhtemelen en iyi, uyarlayıcı öğrenme modeli olarak işe yarar: örneğin bir beceriyi veya süreci iyileştirme modeli olarak. Oysa yenilik daha radikal bir yaklaşım gerektirir: bireysel değil işbirliğine dayalı; uyarlayıcı değil üretici bir yaklaşım.