Belki de bilgiye, bir amaç olarak değil, bir araç olarak bakmalıyız. Bilgiyi, kullanılacak bir kaynak olarak değil de zenginlik yaratmanın bir tedavül aracı olarak düşünebiliriz. Bilgi, yeni fikirleri birbirleriyle değiş tokuş etmenin ve yaratmanın bir mecrasıdır. Önemli olan ne kadar bilgi yığdığımız değil, bilgiyi nasıl kullandığımızdır.
BY açısından bakıldığında, yenilikçilik şöyle tanımlanabilir: Yeni ürün veya hizmetler yaratmak üzere bilgiyi paylaşmak.
Bilgi yönetimi bu bağlamda ilişki yönetimi halini alır. Yeniliğin temeli işbirliğidir. Bilgi paylaşımı, bilgiyi depolayıp el altında bulundurmaktan ibaret bir şey değildir. Bilgi paylaşımı, insanların bilgiyle ilişkilenme biçimleri üzerinde yoğunlaşmamızı ve bilgiyi dil halinde kodlamamızı gerektirir. İnsanlara bildikleri şeyleri paylaşma motivasyonu kazandıracak bir amaç duygusunu gerektirir. Hepsinden önemlisi de insanları bilgiyi elbirliğiyle yaratmaya teşvik etmemiz gerektiği anlamına gelir.
Sahip olduğumuz mekanik örgüt anlayışı, bilgi paylaşımına yatkın değildir. Çalışma işlevlere göre parçalara ayrıldığında, kuruluşlar farklı departmanların kendi hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştıkları, kendi uzmanlaşmış dilleri içinde kendi bilgi biçimlerini yarattıkları "silo" kültürleri geliştirme eğilimine girerler. Üretim departmanı finans departmanıyla anlaşmakta zorlanabilir; pazarlama departmandaki insanlar ürün geliştirme departmandakilerin dediklerinden bir şey anlamadıkları duygusuna kapılabilirler; ET departmanı kendi dünyasına kapanmış gibidir, vb. Oysa yenilikçiliğin kökleri, bu uzmanlaşmış bilgi biçimleri arasındaki karşılıklı etkileşimdedir.
Yenilik, farklı türden bilgilerin paylaşılmasına bağlıdır. Analizciler ve uygulamacılar geride bıraktığımız 20 yıl içinde yenilikçiliğin bir öğrenme boyutuna da sahip olması gerektiğini gittikçe daha çok fark etmeye başladılar. BY, bu bağlamda işbirliğine dayalı öğrenmenin yönetimi halini alır. Böyle bir öğrenim insan ilişkileri anlayışı temeli üzerine oturur. Bir örgüt içinde yeniliği teşvik etmeye yönelik her türlü çabanın, insanların öğrenme biçimlerini ve onlara birlikte öğrenme konusunda nasıl yardımcı olunacağını hesaba katması gerekir.
Zorluğun bir kısmı da "örgütsel öğrenme" den ne anlaşılması gerektiğinin tespitinden kaynaklanır. Birincisi, örgüt modellerimiz daha çok mekaniktir, buna karşılık öğrenim modellerinin çoğu davranışsaldır. Öğrenmelerinden vazgeçtik, örgütler düşünemezler bile. İkincisi, mevcut öğrenme modellerimiz işbirliğine dayalı öğrenmeye değil, bireysel öğrenmeye önem verir. Üçüncüsü, bizler—en azından Batı'da—öğrenmeyi esas olarak rasyonel bir şey olarak görürüz. Sonuçta, öğrenim nerede gerçekleşir? Çoğumuz bu soruyu muhtemelen "zihinde" diye yanıtlarız. Pratik öğrenime veya deneyimden öğrenmeye çok az ağırlık tanırız: Pratiğe dayalı vasıfları kabul ettirmenin karşılaştığı zorlukları anımsayın. "Beyinsel" bilgiye deneyimin öteki türlerine kıyasla daha fazla önem vermeyi sürdürüyoruz: Yaratıcılıktan, pratik beceriler edinmekten ya da etkili sosyal eylem kapasitesinden çok, olgu yığmaya ve rasyonelleştirme yeteneğine önem veriyoruz. Hepsinden önemlisi de öğrenmeye ilişkin bakışımız, bilgiyi etkili biçimde paylaşma yeteneğimizi temelden engelliyor. Yüksekokullarda edindiğimiz zihinsel bilginin, hayat okulunda edindiğimiz pratik bilgi karşısında yüceltilmesi, farklı departmanlar veya disiplinler arasında çoğu kez yanlış anlamalara, kırgınlık ve kıskançlıklara neden oluyor.
Öğrenme, yeni bilgi yaratma sürecidir. Hem rasyonel süreçleri hem deneysel süreçleri birlikte içermelidir. Keza, eğer yenilikçilik bildiklerimizi paylaşmak demekse, o zaman öğrenmenin işbirliği yaparak öğrenmeyi de içermesi gerekir. Öğrenme, bildiğimiz şeyleri yönetme anlamına geldiği kadar, sahip olduğumuz becerileri işbirliği içinde düşünerek geliştirme anlamına da gelir.