Geleceği İnşa Eden 5 Zihin

GELECEĞİ İNŞA EDECEK BEŞ ZİHİN

Son bir kaç on yıl boyunca, psikoloji alanında yaptığım araştırmalarda, insan aklı üzerinde düşünüp durdum. Aklın nasıl geliştiği, organize olduğu ve kendini tam olarak gerçekleştirdiği üzerinde çalıştım. İnsanların nasıl öğrendikleri, nasıl yarattıkları, nasıl yönettikleri ve hem kendilerinin hem de diğerlerinin akıllarını, nasıl değiştirdikleri konularına eğildim. Çoğunlukla, aklın tipik işleyişini tanımlamakla uğraşsam da, zaman zaman aklımızı nasıl kullanmamız gerektiği üzerinde de görüş bildirdim.

"Gelecek için Beş Akıl" başlıklı kitabımda, bütün bunlardan daha fazlasına cüret ediyorum. Kristal küremin olduğu gibi bir iddiam bulunmasa da, gelecekte - yaşantımızı sürdürebilmek istiyorsak - ihtiyaç duyacağımız akıl çeşitleri ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Bu aşamada, tanımlayacağım akılların, gelecekte sahip olmamız gerektiğine inandığım değerler sistemiyle örtüştüğü gerçeğini de, saklamak istemiyorum. "Tanımlama yapmaktan, reçete yazmaya bu geçişin nedeni nedir?" diye merak edebilirsiniz. İnsanların büyük çoğunluğunun birbiriyle bağıntılı yaşadığı bu dünyada, her bireyin ya da grubun kendi alanında yaşaması gerektiğini söylemek, artık yeterli olmamaktadır. Uzun vadede, dünyanın bazı bölgelerindeki insanlar yoksulluk ve çaresizlik içindeyken, diğer bölgelerdekilerin gelişip büyümeleri ve zenginleşmeleri mümkün değildir. Bunun da ötesinde, arama motorları, robotlar ve bilgisayar teknolojisi ile gelişmekte olan dünyada, bugüne kadar sadece birer seçenek gözüyle bakılan akıl kapasitelerinin kullanımı, artık bir zorunluluk haline gelecektir. Bu yeni dünyanın kendine özel taleplerini karşılayabilmek için, bu kapasiteleri bugünden işlemeye başlamamız gerekmektedir.

Bu beş aklın her biri, tarihte önemli oldukları gibi, gelecekte de hayati öneme sahip olacaklardır. Bu akıllara sahip olan kimseler, beklenenlerle başa çıkabilmede başarılı olacakları gibi, beklenmeyeni yönetmekte de avantajlı olacaklardır. Bu akıllar olmaksızın kişi, bırakın kontrol etmeyi, anlam dahi veremediği güçlerin insafında yaşayacaktır.

Disiplinli akıl, en azından bir düşünce sistemi üzerinde, uzmanlaşmış olan akıldır. Bu sistem akademik bir disiplin, bir sanat, zanaat ya da bir meslek olabilir. Disiplinli akıl, zaman içinde anlayış ve becerisini nasıl geliştireceğini de bilir. Elinin altında en azından bir disiplin bulunmayan birey, başkasının boyunduruğu altında yaşayacaktır.

Sentezci akıl, farklı kaynaklardan bilgi alır, objektif biçimde anlar ve değerlendirir, ve bunları hem kendine hem de diğerlerine anlamlı gelecek şekilde biraraya getirir. Geçmişte değerli olduğu kadar, bilginin akıllara durgunluk verecek hızda çoğaldığı gelecekte, daha da önemli olacaktır.

Disiplinli ve sentezci akılları temel alan yaratıcı akıl, yeni zeminler geliştirmektedir. Yeni fikirler ortaya atar, tanıdık gelmeyen sorular sorar, yeni düşünce yolları icat eder, beklenmeyen cevaplara ulaşır. Nihayetinde, bu cevapların bilgili tüketiciler tarafından kabul görmesi gerekmektedir. Henüz keşfedilmemiş denizlere yelken açan yaratıcı akıl, en karmaşık bilgisayarların ya da robotların en az bir adım önünde olmayı hedeflemektedir.

Günümüzde, hiç kimsenin artık kendi kabuğunda ya da alanında kalamayacağını fark eden saygılı akıl, bireyler ve gruplar arasındaki farklılıklara hoşgörüyle bakar, diğerlerini anlamaya çalışır ve onlarla etkili bir şekilde çalışmaya gayret gösterir. Hepimizin içten bağıntılı olduğu bir dünyada, hoşgörüsüzlük ve saygısızlık artık kabul edilir bir alternatif olarak görünmemektedir.

Saygılı akıldan daha soyut bir seviyede bulunan etik akıl, yaptığı işin doğası üzerinde düşünürken, içinde yaşadığı toplumun gereksinimlerini ve isteklerini dikkate alır. Bu akıl, çalışanların kişisel menfaatleri ötesindeki amaçlara nasıl hizmet edebileceklerini ve vatandaşların herkesin ortak çıkarlarına yönelik bencillik barındırmayan aktivitelere nasıl dahil olabileceğini araştırır. Etik akıl, daha sonra bu bulgular doğrultusunda davranır.

Birisi şöyle bir soru sorabilir:

"Neden özellikle bu beş akıl? Bu liste değişebilir ya da genişletilebilir mi? "

Cevabım kısaca şöyle olacaktır:

"Bu beş akıl, bugünün dünyasında ve daha da kuvvetle geleceğin dünyasında, en fazla prim yapan akıllar olacaklardır. Çünkü hem bilişsel (kognitif) spektruma hem de küresel insanlık müessesesine hizmet edecek kadar geniş bir yelpazeyi içermektedirler. Üstelik, onları nasıl geliştirebileceğimize dair bilgilere de sahibiz. Tabi ki başka adaylar da olabilir. Bu kitabın hazırlanışı esnasında, teknolojik akıldan dijital akıla, pazar aklından demokratik akla, esnek akıldan duygusal akıla, stratejik akıldan spiritüel akıla kadar bir çok adayı dikkate aldım. Kendi beşlimi sonuna kadar savunmaya hazırlıklıyım. "

Bu noktada, anlaşılabilir bir kavram kargaşasına da işaret etmek istiyorum. Kişisel şöhretimi, bundan bir kaç yıl önce öne sürdüğüm çoklu zeka teorisine borçluyum. Bu kitapta bahsi geçen beş akıl, daha önce söz ettiğim sekiz ya da dokuz insan zekasından farklı olmakla beraber, bu zekaların bir çoğunu kullanmaktadır. Örneğin, saygılı akıl, kişilerarası zekayı kullanmadan gerektiği şekilde çalışamaz.

1. DİSİPLİNLİ AKIL

Disiplinli düşünmek, bilgi sahibi olduğumuz bir konuda, daha önce karşılaşmadığımız bir fenomeni, açıklayabilme yöntemine sahip olmakla ilgilidir. Eğitim ve öğretim sisteminde yapılan araştırmalar, ne yazık ki, oldukça şaşırtıcı, tutarlı ve cesaret kırıcı özelliktedir. Tipik bir araştırma, orta öğretim öğrencilerinden, öğrenmiş oldukları bir konuyla ilgili yapılan bir icadı ya da olayı açıklamalarını istemektedir. Bu açıklamayı yapabilecekler tüm teorileri ya da kavramları öğrenmiş oldukları halde, öğrenciler duruma açıklama getirememekte, bir başka deyişle, öğrendiklerini kullanıma sokamamaktadırlar. Bunun nedeni, öğrenmekle anlamanın farklı şey olmasıdır. Bu öğrenciler, konuyla ilgili pek çok bilgiyi edindikleri halde, disiplinli düşünmeyi öğrenememişlerdir.

Muhtelif çabalara rağmen, neden bu kadar çok sayıdaki öğrenci, yetersiz düşünme yollarına sahiptirler? Bana göre bunun ana nedeni, konu ile disiplin arasındaki farkın anlaşılamamasıdır. Bir çok eğitim kuruluşundaki bireyler, sadece "konular" üzerinde çalışmaktadır. Bunun anlamı, eğitmenlerin kendi görevlerini, öğrencilerin hafızalarını daha fazla sayıda olgu, formül ve sayı ile doldurma şeklinde görmelerinden kaynaklanmaktadır. Matematikte, cebir formüllerini ve geometrik ispatları ezberlemektedirler. Fen dersinde, ana terimlerin tanımlarını, hızlanma formülünü, gezegenlerin sayısını, atom ağırlıklarını ve yüz sinirlerini ezberlemektedirler. Tarihte, geçmiş çağlara göre yaşanmış olan önemli olayların isimlerini ve tarihlerini bilgi olarak edinmektedirler. Sosyal bilimlerde, toplum üzerinde etkili olan teorilerin özelliklerini, hukuk fakültesinde davalarla ilgili verileri, işletme fakültesinde satış ve finans terminolojisini, tıp fakültesinde insan vücudunda bulunan tüm kemiklerin isimleri konusunda uzmanlaşmaktadırlar. Başarılı olmaları da, bu ezberlerinin gücüne bağlıdır.

Oysa ki disiplinler, tamamen farklı bir fenomeni temsil etmektedirler. Bir disiplin, dünya hakkında belirli bir şekilde düşünebilmeyi içerir. Bilim adamları dünyayı gözlemler, geçici sınıflandırmalar, kavramlar ve teoriler oluşturur, bunları test etmek için deneyler tasarlar, teorilerini deneylerin sonuçları ışığında gözden geçirir ve sonra yeni bulguları tekrar gözlemlemek, test etmek ve sınıflandırmak için döngünün başına dönerler. Bilimsel düşünce sistemine sahip olan bireyler, sebepleri ortaya çıkarmanın ne kadar zor olduğunu bilirler, korelasyon ile (A, B'den önce olur) nedenselliği (A, B'ye sebep olur) birbirine karıştırmazlar ve herhangi bir bilimsel gerçeğin, yeni araştırmalar ve bulgular sonunda devre dışı kalacağı gerçeğininin farkındadırlar.

Lütfen beni yanlış anlamayın, bilim, tarih, edebiyat, ya da herhangi bir şeyi çalışabilmek için, bilgiye gereksinim vardır. Ancak, disiplinli düşünce için gereken, bu bilgilerin birbirleriyle ve altlarında yatan sorularla ilişkilendirilmemesi durumu, "atıl bilgi" anlamına gelmektedir.

Disiplinli bir akıl nasıl elde edilebilir? Tarih, hukuk ya da yönetim disiplininden bahsetsek dahi, disiplinli bir akıl geliştirmek isteyen eğitmenlerin izlemesi gereken, dört önemli adım vardır:

1.           Disiplin içindeki, gerçekten önemli olan konu ve kavramları belirleyin. Bunların kimi içerikle, kimi de yöntemlerle ilgili olabilir.

2.           Her konu üzerinde ciddi bir zaman harcayın. Eğer konuları, aktarmaya değer bulduysanız, uzun bir zaman diliminde, farklı örneklemeler kullanarak, çeşitli analizler yaparak, üzerinde derinlemesine çalışma yapılmaya da değer olabilmelidir.

3.           Konuya farklı açılardan yaklaşın. Bireylerin farklı öğrenim yöntemlerinden, avantaj elde edilebilecek adım bu aşamadır. Herhangi bir ders, farklı giriş noktalarından yaklaşıldığında, daha iyi anlaşılacaktır: bunlar hikayeler, münazaralar, diyaloglar, mizah, rol çalışmaları, grafik anlatımlar, video gösterileri, anlatılanların sorgulanması, davranışlarla örneklenmesi ve saygı duyulan kişilerin model olarak gösterilmesi de olabilir. Her konunun, yirmi ya da otuz farklı yoldan anlatılması gerektiğini söylemiyoruz ancak üzerinde çalışılmaya değer olan her konunun, çoğul yaklaşıma da açık olduğunu savunuyoruz.

Farklı anlatım yolları, iki önemli amaca hizmet etmektedir. İlki, öğretmenin bu şekilde daha fazla öğrenciye ulaşabileceğidir. Çünkü, kimi öğrenciler hikayeler yoluyla, kimi de münazaralar yoluyla daha iyi öğrenebilmektedir. İkinci önemli fayda ise, böyle bir yaklaşımın, anlamanın gerçekte ne demek olduğunu göstermesi ile ilgilidir. Bir konuyla ilgili derinlemesine anlayış sahibi olan bir kişi, farklı yollarla düşünebilir. Bunun tam tersi olarak, birey, konusunu sadece tek bir yoldan anlıyor ve anlatabiliyorsa, sınırlamalar içinde demektir. Kavramsal kıvraklık olmadan, bireye gereken disiplin kazandırılamaz. Bir konu hakkında farklı yollardan düşünebilmek, sentezci ve yaratıcı akıl için de önem taşımaktadır.

4.   En önemlisi, "anlama ile ilgili performans" tanımlamaları yapıp, öğrencilere farklı koşullarda, anlamış olduklarını gösterebilecekleri fırsatlar sunun. Anlamanın, aklın ya da beynin içinde gelişen bir süreç olduğunu biliriz. Bireyin, herhangi bir şeyi anlayıp anlamadığını ölçmenin yolu ise, daha önce karşılaştığı tip sorular ya da sorunlarla başa çıkıp çıkamadığını görmekten geçemez. Bunu yapması, sadece öğrenmiş olduklarıyla ilgili hafıza gücünü gösterir. Gerçek anlayışı gösterecek olan şey ise, daha önce karşılaşmadığı bir durum ya da olguyla ilgili getireceği açıklamalar olacaktır. Yeni bir soru, yeni bir sorun, ya da yeni bir bulmaca karşısında yardım almaksızın ne yaptığını gözleyerek, ilgili kavramların ve yöntemlerin ne ölçüde kazanılmış olduğunu ölçebiliriz.

2. SENTEZCİ AKIL

"Cehennem, hiç bir şeyin hiç bir şey ile bağlantıda olmadığı bir yerdir" Vartan Gregorian

Sentez yapmak, başlangıçta birbirinden ayrı ve farklı olan öğeleri, bir araya getirmemiz anlamına gelmektedir.

Sentez yapabilmek için, asgaride, aşağıda verilen dört öğeye gereksinim duymaktayız:

a.   Bir amaç - sentezcinin ulaşmaya çalıştığı şeyin ifadesi. Örnekler arasında, Freud'un aklın psikolojisini yaratma arzusunu ve Picasso'nun bir kanvas üzerinde koca bir
şehrin yok oluşunu yansıtma isteğini gösterebiliriz.

b.   Bir başlangıç noktası - bir fikir, bir imaj, ya da daha doğrusu üzerinde geliştirme yapılabilecek önceki çalışmalar. Danvin çalışmalarını bir yanda önceki evrim teorileri,
diğer yanda ise, tazılarla ilgili kişisel gözlemleri olmak suretiyle başlatmıştı.

c.    Strateji, yöntem ve yaklaşım seçimi. Bu noktada sentezcinin eğitimini aldığı disiplin devreye girmektedir.

d.   Taslaklar ve geribildirim. Er geç, sentezci bulgularını birileriyle paylaşmak ve eleştiriler almak zorunda kalacaktır. Henüz taslak halinde paylaşılan bir çok sentezi
geliştiren ana güç, diğerlerinden gelen geribildirimler olmuştur.

3. YARATICI AKIL

Günümüz toplumunda, yaratıcılık aranılan, geliştirilen ve takdir edilen bir şeydir. Hatta geleceğin insanının "Yaratıyorum, o halde varım!" diyeceği beklenmektedir.

Oysa ki geçmişte, bu durum tamamen farklıydı. Yaratıcılık, istenen ya da ödüllendirilen bir şey değildi. Bugün büyük buluşlarını alkışladığımız pek çok kişi, kendi dönemlerindeki aykırı çalışmaları nedeniyle ya hapse atıldılar, ya da idam edildiler.

Yaratıcılık, toplumdaki gelişmelerden nasibini alarak, kısa zamanda iş yaşamındaki yerini de buldu. Konunun en önemli ustalarından Edward de Bono, yatay düşünce teknikleri üzerinde yaptığı çalışmalarını yayınladığı eserleriyle, farklı şapkalar giymenin ve zihin çerçevemizi değiştirmenin önemini vurgulamaya başladı. De Bono, düşünmek hakkında düşünmek –meta düşünce - konusundaki önermeleri nedeniyle takdiri hak etse de, yaklaşımının belirgin sınırlamaları vardır. Beyni sağ ve sol beyin olarak ayırarak, bireylerin yeteneklerini bu alanlara bağladığınızda, her iki lobun da sahip olduğu alanlarda güçlü olan binlerce kişiyi açıklayamaz hale gelebiliyorsunuz. Bu nedenle tamamını geçerli olarak kabul etmesek te, De Bono'nun yaklaşımları, bireysel yaratıcılığın gelişiminde fark yaratmaya yardımcı olmaktadır.

Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi, bir adım daha ileri giderek, yaratıcılığın hiç bir zaman birey ya da küçük grup bazında açıklanamayacağını iddia etmiştir. Bunun yerine, yaratıcılık, üç özerk öğenin birbirleriyle kurduğu ilişkilerden açığa çıkmaktadır.

a. Belirli bir disiplinle ilgili uzmanlaşma seviyesini elde etmiş olan birey,

b. Bireyin içinde çalıştığı kültürel ortam,

c. Yapılan çalışmaları ve önermeleri değerlendirecek olan sosyal örgütlenme.

Csikszentmihalyi'e göre yaratıcılık, bir birey ya da grubun, ilgili alandaki diğer uzmanların yaptıkları çalışmalar üzerinde etki oluşturacak bir ürünle ortaya çıkmaları durumunda mümkün olabilmektedir.

Okul hayatında yaratıcılığın gelişmesi, büyük ölçüde öğrenilen konularla ilgili farklı yaklaşımların sunulabilmesi ile ilgilidir. İş yaşamında ise, deneme ve yanılmaların cezalandırılmayacağı bir kültür ve liderin başarılı vizyon gücüne bağlıdır. Bireysel yaratıcılık ancak disiplinli akıl ve sentezci akıl belirli bir seviyeye taşınabildikten sonra elde edilebilir.

4. SAYGILI AKIL

Bu akıl da diğer tüm akıllar gibi henüz okul yıllarında gelişmeye başlamaktadır. Çocukluk yıllarımızda, insanlar arasındaki farklılıkları görme ve etiketleme becerimiz en güçlü düzeydedir: Büyük, küçük, siyah, beyaz, güçlü, zayıf, sıska, şişko, vb. Bu ayrımların, doğal olduğunu ve birlikte yaşamak ya da çalışmak adına hiç bir engel teşkil etmediğine dair hoşgörüyü, henüz okul yıllarında kazandırmamız gerekmektedir.

İş yaşamına gelince, birlikte çalışmak durumunda olduğumuz kişilerin farklı yönlerini anlamak ve bunlara saygı duymak yoluyla aklımızı geliştirebiliriz.

Aslında bu yaklaşım, tüm dünya yaşamı için geçerlidir. İnsanoğlu, kendini bildi bileli, küçük gruplar halinde yaşamış, farklı olduğunu belli etmek için ilkel çağlarda dahi farklı renkte boncuk kolyeler takmış, sevdiği komşuların köylerindeki kızlarla evlenmiş, sevmediği komşu köylere ise savaş açmıştır.

Günümüzde, bir kaç yüz milletin yaşadığı, binlerce farklı grubun binlerce farklı dili konuştuğu, 6 milyar insanın var olduğu bir dünyada, makul bir hedef sizce ne olmalıdır? Açıkçası, artık bizi birbirimizden ayırabilecek perdeler ya da duvarlar çekmenin zamanı değildir. Biri kaybettiğinde, zafer kısa vadede sizin üyesi olduğunuz grubun dahi olsa, uzun vadede, herkes kaybetmektedir.

Burada esas olarak, farklılıkları sevmek ya da nefret etmekten bahsetmiyorum. Saygı duymaktan bahsediyorum. Aradaki ayrıma gelince, farklı olanları sevmenizin istenmesi gerçekçi değildir. Bu hem elinizde olmayabilir, hem de içinde anlayış bulunmadığından kısa zamanda tükenebilir. Sevmekle sizden istenen, farklılıkları göz ardı etmenizdir. Oysa saymak ile kastettiğimiz, farklılıkları anlamak ve hoş görmektir. Farklı olanı anlamak için çaba sarf ettiğinizde, öğrendiğiniz şeylere hoşgörüyle bakmanız ve saygı duymanız kendiliğinden gelişecektir. Dolayısıyla saygılı aklı geliştirmenin yolu, farklı olanın içine bakabilmek ve onu anlamak için gayret sarf etmektir.

5. ETİK AKIL

Sosyo bilimciler, ondokuzuncu yüzyılın sonlarındaki araştırmalarının sonucu olarak, modern yaşamın merkezine "iş"i koymuşlardı. O zaman yapılan işin "iyi" ya da "kötü" olması, yaşamın bütününü etkilemektedir.

Peki, "iyi" iş ile anlatılmak istenen nedir? Burada üç belirgin özellikten söz edebiliriz.

•       İş, kalite açısından mükemmeliyet taşıyarak "iyi" olabilir. Bizim terminolojimizde buna "yüksek disiplinli" olması diyoruz.

•       İş, içinde yaşanılan büyük topluma olan etkileri dikkate alınarak, sorumluluk açısından "iyi" iş olarak tanımlanabilir.

•       İş, yapılırken insana hissettirdiği duygular açısından cazip, çekici ve merak uyandıran bir iş olarak "iyi" diye adlandırılabilir.

Her üçünü de içerme potansiyeli açısından, eğitimciliğin "iyi" bir iş olduğunu düşünebiliriz. "İyi bir iş", hem mükemmeli hedeflemeli, hem sorumluluk taşımalı hem de yapan kişiye haz verebilmelidir.

"İyi" iş ile ilgili yaptığımız araştırmalarda, çok farklı mesleklerden yaklaşık 1200 kişiyle mülakat yaparak, başarılı profesyonelliğin tanımını çıkarmaya çalıştık.

Mülakat yaptığımız kişiler arasında, doktorlar, avukatlar, bilim adamları, gazeteciler ve eğitimciler de bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra, doğrudan belirli bir meslek olarak ele alınmayan tiyatro oyunculuğu, gönüllü yardımseverlik, sosyal girişimcilik, yöneticilik gibi farklı disiplinlerle de çalıştık.

Bu kişilerin bir kısmı henüz meslek yaşamlarının başlarındayken, bir kısmı oldukça deneyimli, diğerleri ise emekli çalışanlardı. Onların iş yaşamlarını, kendilerine koydukları hedefler, izledikleri yollar, engelleri aşma biçimleri, aldıkları eğitimlerin üzerlerindeki etkileri, zor durumlarda tercih ettikleri davranış biçimleri açısından, inceledik.

Bu kişilerin bazıları, içinde bulundukları toplum tarafından "profesyonel" olarak etiketlense dahi, davranış tarzları bundan oldukça uzaktı. Bazıları ise, toplumsal tipik "profesyonel" tanımına uymadan da profesyonelliğin gerektirdiği tüm davranışları sergilemekteydi. Uzun vadede başarılı olanların sahip olduğu ortak özellik, zaman zaman yaptıkları işten bir adım uzaklaşarak işlerinin ve parçası oldukları toplumun doğasını sorgulamalarıydı. Bugünün profesyonellerinin yapması gereken şey de, kendilerine şu soruları sorabilmektir:

•       Günümüzde, bir avukat/doktor/mühendis/eğitimci olmak ne demektir?

•       Benim haklarım, zorunluluklarım ve sorumluluklarım nelerdir?

•       Bu toplumun/ülkenin/gezegenin vatandaşı olmak ne demektir?

Diğerlerine ve özellikle doğuştan ya da talihsizlikler nedeniyle benden daha az şanslı olanlara karşı borcum nedir?

İyi bir çalışan olmanın ve iyi iş yapmanın modeli olarak, aşağıdaki dört öğeyi öneriyoruz:

a.   Misyon. İster okulda, isterse de iş yaşamında olsun, birey aktiviteleri aracılığıyla
başarmak istediği şeylerin farkında olabilmelidir. Kendi hedeflerini bilmeyen biri,
yönsüz kalacağı gibi, büyük ihtimalle sorunlu bir alana yönelecektir.

b.   Modeller. İyi iş yapan kişilerle doğrudan, ya da en azından medya veya yazılı eserler aracılığıyla temasta olunması çok önemlidir. Bu tip modellerin eksikliğinde, genç bir çalışan nasıl bir yol izleyeceğini bilemez. Kimi zaman, kötü modeller de gereken ders çıkarma hikayelerini oluşturabilir.

c.    Ayna testi — bireysel versiyon. İyi bir çalışan zaman zaman aynaya bakarak, nasıl bir
iş çıkarmakta olduğunu değerlendirmelidir. Sorusu : "Ben iyi bir çalışan mıyım ve
şayet değilsem, olmak için ne yapmalıyım? " olmalıdır. Hepimiz, kendimizi yanıltma eğilimi olan varlıklar olduğumuz için, bazı dönemlerde bilgili ve samimi bireylere de danışılabilir. En önemli iki danışmanınız, anneniz ve yerel bir gazetenin muhabiri olabilir. Annenizle ilgili olarak : "Yaptığım her şeyi bilse, ne düşünürdü?" diye sorabilirsiniz. Yerel muhabirle ilgili olarak ta, "Yaptığım her şeyi bilse ve gazetede yazsa, gurur mu yoksa utanç mı hissederdim?" diye sorabilirsiniz.

d.   Ayna testi —profesyonel sorumluluk. Genç çalışanlar, başlangıçta yalnızca kendi
ruhlarından sorumludurlar ancak zaman içinde birlikte çalıştıkları kişilerin davranışları ile de ilgilenmeleri gerekir. Kendisi ne kadar profesyonel olursa olsun, öyle davranmayan bir iş arkadaşına gereken uyarıyı yapmaları ve sorumluluğa davet etmeleri gerekmektedir. Onyedinci yüzyıl oyun yazarı Moliere'in dediği gibi: "Bizler, sadece yaptıklarımızdan değil, aynı zamanda yapmadıklarımızdan da sorumluyuz".