"Özel durum" sözünü duyduğunuzda aman dikkat edin ve sevdiklerinize kıyın.
Arkadaşım kilo verme niyetinde. Bir diyet deniyor. Her gün tartılıyor. Bir gün öncesine göre kilo verdiyse keyfi yerine geliyor ve başarısını diyetten biliyor. Kilo aldıysa bunu normal bir oynama olarak görüp üzerinde durmayarak aklından çıkarıyor. Aylarca yaptığı diyetin işe yaradığı yanılsamasıyla yaşıyor, oysa kilosu az çok sabit kalıyor. Arkadaşım doğrulama eğiliminin -zararsız bir şeklinin- kurbanı.
Doğrulama eğilimi bütün önyargıların atasıdır; yeni bilgileri var olan teorilerle, dünya bakışıyla ve inançlarla uyumlu olacak şekilde yorumlama eğilimidir. Başka sözlerle ifade edecek olursak hâlihazırdaki görüşlerimizle çelişen yeni bilgileri (doğrulamayan kanıtları) eleriz. Bu çok tehlikelidir. "Sırf onları görmezden geldiğimiz için hakikatler ortadan kalkmaz" demişti Aldous Huxley. Ama tam da aynen bunu yaparız. Büyük yatırımcı Warren Buffet da bunun farkındaydı: "İnsanların en iyi becerdiği şey, yeni bilgileri var olan görüşler işler durumda kalacak şekilde filtrelemektir." Buffett'in bu derece başarılı olmasının sebebi doğrulama eğilimi tehlikesinin bilincinde olarak kendisini farklı düşünmeye zorlamasıdır muhtemelen.
Doğrulama eğilimi özellikle ekonomide büyük zarar verir. Örneğin, bir denetim kurulu başkanı yeni bir strateji belirledi. Bunun üzerine, bu stratejinin başarısına işaret edebilecek bütün göstergeler coşkuyla karşılanır. Ne tarafa bakılsa stratejinin işlediğine dair bolca işaret görülür. Aksi ipuçları ya tamamen görmezden gelinir ya da "özel durum" ve "öngörülemeyen zorluklar" olarak adlandırılarak bunların üzerinde durulmaz. O denetim kurulu başkanı doğrulamayan kanıtların karşısında kördür.
Peki ne yapmak gerekir? "Özel durum" sözünü duyduğunuzda, daha da kulak kesilmekte fayda vardır. Genellikle bu sözün arkasında sıradan bir doğrulamayan kanıt vardır. En iyisi, başarılı araştırmacıları örnek almanız: Başarılı araştırmacılar doğrulama eğilimiyle sistematik olarak savaşmak için uğraşırlar. Gözlemleri teorileriyle çeliştiği zaman bunları daha da ciddiye alırlar. Yanlarında hep bir not defteri taşır ve kendisini teorileriyle çelişen gözlemleri 30 dakika içinde not etmeye zorlarlar. Beynimizin doğrulamayan kanıtları 30 dakika sonra aktif olarak "unuttuğunu" bilirler. Teorilerinin ne kadar istikrarlı olduğunu düşünürlerse, teorileriyle çelişen gözlemlerin peşinde o derece faal olurlar.
İnsanın kendi teorisinin doğruluğunu sorgulamasının ne kadar büyük bir kendine hâkimiyet gerektirdiğini şu deney gösteriyor: Bir profesör öğrencilerine 2-4-6 şeklinde bir sayı sıralaması verdi. Öğrencilerden sıralamanın tabi olduğu kuralı bulmalarını istedi, profesör kuralı bir kâğıdın arkasına yazmıştı. Katılımcılar sıralamada bir sonraki sayıyı söyleyecekler, profesör de "kurala uygun" ya da "kurala uygun değil" şeklinde yanıt verecekti. Öğrenciler istedikleri kadar sayı söyleyebilir ancak kurala dair tek bir tahminde bulunabilirlerdi. Öğrencilerin çoğu "8" dedi, profesör "kurala uygun" diye yanıt verdi. Öğrenciler, emin olmak için, "10", "12" ve "14" de dediler. Profesör bu sayıların "kurala uygun" olduğunu söyledi. Bunun üzerine öğrenciler basit bir sonuçta karar kıldılar: "O zaman kural şudur: Son sayının üzerine 2 ekle." Profesör hayır anlamında başını salladı: "Kâğıdın arkasında yazan kural bu değil."
Yalnızca uyanık bir öğrenci soruya farklı yaklaştı, "4" sayısını denedi. Profesör "kurala uygun"
olduğunu söyledi. "77" "Kurala uygun. "Öğrenci bir süre daha değişik sayılar denedi: "Eksi 24", "9", "eksi 43". Belli ki bir fikri vardı ve bu fikrin yanlışlığını kanıtlamaya çalışıyordu. Artık karşıt örnek bulamadığında fikrini açıkladı: "Kural, her sayının bir önceki sayıdan daha büyük olması." Profesör kâğıdın arkasını çevirdi, orada yazan kural tamtamına buydu. Bu zeki öğrenciyi diğerlerinden ayıran neydi? Diğerleri sadece teorilerini doğrulamaya uğraşırken o öğrenci teorisinin yanlışlığını kanıtlamaya çalışıyordu ve tamamen bilinçli olarak doğrulamayan kanıtları arıyordu. Doğrulama eğiliminin tuzağına düşmek entelektüel anlamda hoş görülür bir suç değildir.
Buna birkaç örnek verelim. Hepimiz dünya, hayat, ekonomi, yatırım, kariyer vs. ile ilgili kuramlar geliştirmek zorundayız. Bazı şeyleri doğru kabul etmeden yapamayız. Ama bir kuram ne kadar muğlaksa, doğrulama eğilimi de o kadar güçlüdür. "İnsanlar iyidir" fikriyle hayatı yaşayan biri, bu kuramına yeterli doğrulama bulacaktır. "İnsanlar kötüdür" fikriyle yaşayan da. Hem filantrop hem de mizantrop doğrulamayan kanıtları (karşı kanıtları) eleyip çıkaracak ve dünya görüşü için tonlarca doğrulama elde edecektir.
Astrologlar ve ekonomi uzmanları aynı prensip doğrultusunda hareket eder. İfadeleri o kadar muğlaktır ki doğrulamaları mıknatıs gibi çekerler: "Gelecek haftalarda üzüntülü anlar yaşayacaksınız" ya da "orta vadede doların üzerindeki değer kaybı baskısı artacak." Orta vadede ne demek? Değer kaybı baskısı ne demek? Neye göre değer kaybı; altın mı, yen mi, peso mu, buğday mı?
Hiçbir meslek grubu doğrulama eğiliminden ekonomi gazetecileri kadar muzdarip değildir. Genellikle ucuz bir fikir ileri sürer ardından da iki-üç "kanıt" eklerler; sonra buyurun size gazete yazısı. Örneğin, "Google'ın bu kadar başarılı olmasının sebebi şirketin yaratıcılık kültürünü yaşatması". Gazeteci gidip aynı şekilde yaratıcılığı yaşatan ve başarılı olan (doğrulayan kanıt) iki-üç şirket bulur. Ama doğrulamayan kanıtları, yani yaratıcılık kültürüne önem veren ama başarılı olmayan -ya da başarılı olan ama yaratıcılık kültürünü yaşatmayan- şirketleri bulmakla uğraşmaz. Her iki türden bolca olsa da gazeteci bunları kasten göz ardı eder. Çünkü bu şirketlerden birinden bahsettiği takdirde yazısı iki paralık olurdu. Ben ise o yazıyı çerçeveletip duvara asardım, işe yaramaz yarı yamalak araştırmalar denizinde bir inci olurdu.
Aynı prensiple başarı ve kişisel gelişim kitapları yazılıyor. "Meditasyon mutluluğun anahtarıdır" gibi en bayağı tezler yutturuluyor. Bu tez için bilge yazarın yığınla doğrulayıcı örneği oluyor elbette. Doğrulamayan kanıtları aramak ise beyhude: Meditasyonsuz mutlu olan insanlar ve meditasyona rağmen mutsuz olanlar. Ne kadar çok okurun bu tür kitaplara aldandığını görmek yürekler acısı bir durum.
İşin lanetli tarafı doğrulama eğiliminin bilinçsiz kalmasından doğuyor. İnandığımız şeylerin delik deşik edilmesini elbette sevmeyiz ama bunların önüne kalkanlar kurmayız. Daha çok, sanki bize susturucuyla ateş edilir de kurşunlar gelir ama biz onları duymayız.
İnternet aynı düşünenlerle bir araya gelmemizi kolaylaştırıyor. Kendi fikirlerimizi destekleyen blogları okuyoruz. Haberlerin kişiselleştirilmesi karşı fikirlerin ekranımızda hiç görünmemesini sağlıyor. Aynı düşünenlerin bulunduğu sanal topluluklarda giderek daha çok hareket ediyoruz, ki bu topluluklar doğruluma eğilimini daha da güçlendiriyor.
Kendimizi nasıl koruyabiliriz? Arthur Quiller-Couch'un bir cümlesi yararlı olur: "Sevdiklerinize kıyın." Edebiyat eleştirmeni Quiller-Couch, güzel ama gereksiz cümleleri silmekte genellikle çok zorluk çeken yazarlara söylemişti bu sözü. Quiller-Couch'un çağrısı sadece tereddütlü genç yazarlara değil hepimize hitap ediyor. Sonuç: Doğrulama eğilimine karşı savaşın. Dogmalarınızı –dünya görüşünüz, yatırımlarınız, evliliğiniz, sağlık sigortanız, diyetiniz ya da kariyer stratejiniz fark etmez-kâğıda dökün ve doğrulamayan kanıtları aramaya girişin. İnsanın en sevdiği kuramlarını öldürmesi zor iştir, ama açık fikirli biri bundan kaçamaz.